Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
banner
banner
banner
HOŞ GELDİNİZ!

Yazar, Seyyah Leyla Kent, Leyla Kent

Aşağı Kaydır
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kitap Yazarı
  • Email:
    kentleyla@yahoo.com
  • Adres:
    İstanbul / Maltepe

03.05.2025

Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent

TATSIZ BİR OLAY

 

Dostoyevski’nin yıllar önce okuduğum kitabı Tatsız Bir Olay’ı unuttuğum için tekrar okuma ihtiyacı hissettim.

Hikaye, St. Petersburg da üç kişi arasında başlıyor. Üç kişiden biri olan 65 yaşlarındaki Nikiforoviç şehrin biraz dışında yeni bir ev satın almıştır. Üçüncü dereceden memur olan Nikiforoviç, aynı yerde maiyetinde çalışan beşinci derece memur Şipulenko ile yine beşinci derece memur Pralinski’yi evine davet eder. Arkadaşları ile hem yeni aldığı evi hem de yaş gününü kutlayacaktır. Arkadaşları eve geldiğinde çay eşliğinde başlayan sohbet şarap eşliğinde koyu bir sohbete dönüşür.

Ev sahibi Nikiforoviç intizamseverliğiyle tanınan tam kırk beş yıl memurluk hayatının çilesini çekmiş, düşüncelerini açığa vurmaktan hoşlanmayan, namuslu, başından şerefsizce bir olay geçmemiş biriydi. Gençliğinden beri ev de misafir ağırlamaktan hoşlanmayan, bencil bir kişiliğe sahipti. Nikiforoviç’in kibar ve kendisini yıpratmadığı için genç bir görünüşü vardır.

Şipulenko siyah saçlı, memuriyette ağır ağır ilerlemiş bir adamdı. Evliydi, asık suratlı gezmeyi sevmeyen biriydi. Ev halkı ondan korkardı.

Hikayenin asıl kahramanı Pralinski ise beşinci dereceden kırk üç yaşında genç sayılabilecek bir memurdu. Uzun boylu, yakışıklı, henüz bekar bir adamdı. Zeki bir insan olan Pralinski iyi bir aileden geliyordu. İyi bir okulda okumasına rağmen başarılı bir öğrenci olmamış ama memuriyette başarılı sayılacak bir geçmişi vardı. Yine de amiri Nikiforoviç onun hayalciliğinden ve hoppalığından hoşlanmıyordu.

Sohbetin sonunda Pralinski;

‘’Başkalarına karşı her zaman iyi olmalıyız hatta maiyetimizdekilere karşı bile…Onlarında insan olduğunu unutmamalıyız. İyilik her şeyi kurtarır, her şeyi düzeltir’’ diyen

Pralinski konuşmasına devam eder.

‘’Ben iyi bir adamsam, sevilirim. Sevildiğim için insanlar bana güvenirler. Güvenmeleri bana inanmaları demektir. İnanıyorlarsa da beni seviyorlar demektir. İnanmaları ile toplumda ıslahat hareketlerini daha kolaylıkla yapacağız demektir diye bir sonuca varır.

Bu sonuç Nikiforoviç ve Şipulenko’yu tatmin etmez.

Bir müddet sonra da Şipulenko ve Pralinski evden ayrılırlar.

Pralinski dışarı çıktığında arabası ve sürücüsünü bıraktığı yerde bulamaz ve çok sinirlenir.

Bunu üzerine Şipulenko ona karakolda güzel bir sopa çektir, bakalım bir daha gidebiliyor mu? İsterseniz benimle gelin deyince Pralinski hayır ben yürüyerek eve döneceğim diyerek yürümeye başlar.

Yaya olarak gitmek aslında onu rahatlatır. Yolda etrafı inceleyerek giderken buranın evleri ne kadar küçücük şeyler, herhalde içlerinde de ne kadar entipüften insanlar oturuyor diye bir çıkarsamada bulunur.

(Aslında biraz önce iyilik üzerine söyledikleri ile şimdi ki söyledikleri birbirine tezat teşkil etmekte)

Burada Pralinski’nin verdiği bir başka örnek de ilginç.

Diyelim ki fakir boynu bükük bir memurla karşılaştık. Aramızda da şöyle bir konuşma geçti.

‘’Kimsin sen?’’ Cevap ‘’Memur’’

‘’Ne memurusun?’’ Cevap ‘’Falan, filan memuruyum’’

‘’Mesut olmak ister misin?’’ Cevap ‘’İsterim’’

‘’Saadetin için sana neler lazım?’’ Cevap ‘’Şu, şu ve şu şeyler’’

‘’Niye?’’ Cevap ‘’ Çünkü falan, filan..’’

Bu cevaplarla bu memur benim adamımdır, yularını bana kendi teslim etmiştir.  Bende onu istediğim gibi tabii hep onun iyiliğini düşünerek kullanabilirim diyerek bizden farklı olarak iyilikten ne anladığını ortaya koymaktadır.

Bu arada Nikiforoviç’in evinde iyilik üzerine yaptıkları konuşma aklına gelir Şipulenko için kötü adam demekten kendini alamaz. Sen kötüsün, ben iyiyim gibi bir sonuca varır.

Yürürken tam o sırada sokağın karşı tarafındaki çok eski ahşap tek katlı evden kulağına saz sesleri gelir. Ev de bir eğlence olduğu anlaşılmaktadır. Gördüğü nöbetçi polise bu ev kimin diye sorar. Polis;

‘’Memur Pseldonimov’un evi, evleniyor efendim’’der.

Pralinski, polise;
‘’Ben onun amiriyim’’ diye cevap verir.

Evet, Pseldonimov 10 ruble aylık alan küçük bir memurdu. İyi niyetli, iyi düşüncelere sahip olduğunu iddia eden Pralinski’nin Pseldonimov’u görüş şekli ilginç.

Onun için bu fakir memurun öyle ekşi bir suratı, öyle sevimsiz hatta tiksinti uyandıran bir bakışı vardı ki bu yüzden ona iyilik yapıp bayram da ikramiye verme düşüncesinden vazgeçmiş, bayram da Pseldonimov ikramiye alamamıştı.

Pralinski, şu anda Pseldonimov’un evinin önündedir. İçeri girsem acaba Pseldonimov beni karşısında görünce, nasıl davranır, ne yapardı? Tabii önce ürkecek sonra şaşkınlıktan donup kalacaktı.

Pseldonimov memuriyete girene kadar sefalet içinde yaşamıştı. Memuriyete girince evlere çamaşır yıkamaya giden annesiyle birlikte bir odanın iki köşesini kiralayarak ölmemecesine yaşamaya başlamışlardı.

(Rusya da fakir halk, evlerde, hanlarda odaların köşelerini yani dörtte birini kiralarlarmış. Sovyetler zamanında da durum bundan pek farklı değildi.)

Pseldonimov da karınca azmi vardı. Karıncaların yuvasını bozarsınız ama hemen bir yenisini yapmaya kalkarlar. Kaç defa bozulursa bozulsun bıkmadan usanmadan yenisini yaparlar. İşte Pseldonimov da böyle biriydi.

Pseldonimov bir gün 9.dereceden memur Mlekopitayev’in zekası kıt kızı ile çok düşünüp taşınıp kötüde olsa tek katlı bir ev ve 400 ruble drahoma karşılığında evlenmeye karar vermişti. Kızın aklı ise bir subaydaydı.

Babanın kızını verirken söylediği sözler gerçekten ilginçti.

‘’Karını istediğin gibi döv, zira onun içi anadan doğma şeytanlarla doludur. Hepsini defet. Ben sana sopa hazırlarım’’.

Hala iyi insan olduğu iddiasındaki Pralinski ben bu gece maiyetimde çalışan on dördüncü dereceden, on ruble maaşlı memurun düğününe katılırsam ortalığı birbirine katar, düşünceleri altüst eder, bir Pompei’nin son günü yaratırsam, hatta o son günü, onun için en tatlı bir gün haline getirebilirsem.. Gerçi eski kafalı Nikiforoviç bunu anlayamaz ama ben bu düğüne katılarak beğenilen, takdir gören bir harekete imzamı atmış olurum.

Pralinski içeri girince nasıl karşılanacağına, nasıl el üstünde tutulacağına dair hayaller kurmaya başlar. Bu düğüne katılması ile insanların onun için;

‘’Amir olarak sert, ama melek gibi adam’’diyecekler. Ufak bir hareketle insanları avucumun içine almış olacağım. Ben babalarıyım, onlarda evlatlarım. Dokuz ay sonra da çocukları olur. Çünkü bunlar tavşanlar gibi ürerler diyerek bu insanlar için aslında yersiz bir tespitte daha bulunuyor.

Ben bu davranışımla ve ilgimle rahatlıkla her kalbe girebilirim.

Yazar burada Pralinski için insan çakır keyif olunca aklından neler, neler geçiyor diye bir tespitte daha bulunuyor.

Aslında bu hikayede olduğu gibi Dostoyevski’nin kitaplarında rastlanan kitabın özellikle baş karakterlerinde ki (biraz da kendisi) bu uç noktalara geçişler, ahlaki ikilemler, Dostoyevski’nin bütün hayatını etkileyen epilepsi krizlerinden kaynaklanıyordu. Yazar yapılan araştırmalara göre temporal lob epilepsisiydi. Nöbet gelmeden önce yoğun bir neşe, müthiş bir algı yaşıyordu. Hatta bu konuyla ilgili olarak şöyle söyleyecekti‘’Hastalığımı dünyanın hiçbir hazinesine değişmem’’.

Nihayet Pseldonimov’un evine doğru yürüyüp avlunun açık kapısından içeri girer. Ayaklarına atılan küçük köpeğe tekme atıp öteye fırlatınca köpeğin bir iki hırlayıp sonra susması iyi olduğunu iddia eden bu adama burada ben bir iki laf etmek istiyorum bu adam benim gözümde çok kötü, çok vahşi bir adam, bundan sonra ağzıyla kuş tutsa faydası yok.

Pralinski’nin bundan sonra bu evde yaşadıkları onu bin pişman edecek düzeyde olacaktı. İşler hiçte istediği gibi gitmeyecekti. Zaman, zaman yaşadıklarından dolayı oradan uzaklaşmaya çalışacaktı ama düğün sonuna kadar orada kalmak zorunda kalacaktı.

Pralinski evden ve ev de bulunanlardan ev de bulunduğu sürece küçümseme adeta tiksinti ile bahsediyor. Bütün bu düşünceleri ile o insanlardan saygı ve sevgi bekliyor.

Nikiforoviç’in evinde içmeye başlayan Pralinski, Pseldonimov’un düğününde de içmeye devam eder.

Kitap da ilginç bir bölüm daha.

Rus halkı bazen kelimelerdeki harflerin yerini değiştirir, onları yanlış söyler. Mesela;

Invalid (malul)’i, nevalid

Numer (numara)’i mumer

Mimo (öte)’yu  nimo şeklinde söyler demesi ilginç. Acaba Rus halkının bazıları disleksi mi demek istiyor?

Disleksi ilk defa 1896 yılında İngiliz doktor Morgan tarafından tanımlanmıştır. 1881 yılında ölen yazarımızın demek ki disleksi tanımından haberi yok.

Yazar hikayenin bir yerinde gerçek Rus ile Petersburg Rus’u arasındaki farklardan da bahsetmektedir.

Petersburg, I. Petro(Deli Petro) zamanında 16 Mayıs 1703 yılında Rus çarlığının Avrupa’ya açılan kapısı iken gerçek Rusların şehri Moskova ise bin yıllık bir şehirdir. Moskova aynı zamanda Rusların dini merkezidir. Bu haliyle Moskovasız bir Rusya düşünülemez. Petersburg’un, Moskova’ya bu karşıtlığı Rus kültüründe bir ayrışmaya sebep olmuştur.

Yazar, düğündeki memurlardan biri için Petersburglu bir Rus ailesinden derken bu memurun hayatında bir defa dahi Petersburg dışına çıkmadığını bunların bambaşka Rus tiplerdir. Aslında Rusya hakkında hiçbir bilgileri yoktur bundan da üzüntü duymazlar, bütün ilgileri Petersburg ve alışveriştir. Rus geleneğinden bir tek Luçinuşka Rus halk şarkısını bilirler.

Pralinski orada kalıp içmeye devam ettikçe, yaptıklarıyla oradakilerin gözünden düşmesine sebep olmuştu. Aslında olan bitenin farkındaydı ama orayı terk edecek gücüde kendin de bulamıyordu. Sonunda yere yıkılıp horul, horul uyumaya başladı.

İşte kahramanımız Pralinski de yazarın epilepsisini hatırlatacak bir şekilde bu evde çok fazla içki içmesi sonucu irade dışı etrafa tükürük saçmaya, ağzından salyalar çıkarmaya başlayacak ve en sonunda da durdurulamayan kusma belirtileri ile koleraya benzeyen bir hastalığa tutulduğu düşünülecekti.

Bir kısmını anlattığım Dostoyevski’nin Tatsız Bir Olay isimli bu hikaye kitabı 1917 ihtilaline giden Rusya’nın alt tabaka ve üst tabaka insanları arasındaki ilişkileri anlatması bakımından ilginç.

 

 

 

 

Copyright www.leylakent.com her hakkı saklıdır.
photo
Bize Yazabilirsiniz
* Lütfen boş alan bırakmayın.