23.12.2024
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
George Bush, Ortadoğu’ ya barış ve demokrasi getireceğim diye Ortadoğu’ya ateşe veren adamdır. Irak ve Afganistan da yaşananlarla Bush dönemini biz berbat bir dönem olarak hatırlarken, işte böyle bazıları da Amerika’yı uluslararası alanda en iyi şekilde temsil etmiş düşüncesindedirler.
11 Eylül de ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra 14 Eylül de toplanan Temsilciler Merkezinde Bush’a oy birliğiyle teröre destek veren ülkelere karşı güç kullanma yetkisi verilirken sadece bir üye muhalif kaldı. Onun söylediği şu söz çok önemli. ‘’Harekete geçerken esefle karşıladığımız o canavara biz kendimiz dönüşmeyelim. Gerçekten de Amerika o canavara dönüştü.
Yazarın 2002 tarihinde yazdığı bu kitapta inanmış göründüğü 11 Eylül 2001 ile ilgili sonradan ortaya çıkan pek çok komplo teorisi mevcut demesi. Yine kitapta kulelerin çöküşü tamamen Hollywood işi derken yazar ne demek istemiştir?
Komplolardan en çok bilineni ABD hükümeti kendisine bu terör saldırısını düzenleyerek Ortadoğu’ya müdahale etmek için gerekçe mi aradı? Bu komplo teorileri yalan bile olsa siyasilerin bazıları bunları kendi amaçları için kullanmışlardır. Yazar şu anda bu konu ile ilgili ne düşünüyor bilmiyorum.
Yazar yine ABD’nin, teröre karşı Rusya ve İsrail ile işbirliği kurmasını şüpheli bir durum olarak görmekte. Bu işbirliği dünyanın geri kalanının özellikle de Müslümanların(Filistinlilerin, Afganların, Çeçenlerin) tepkisini çekti diyerek durumu özetlemekte. Yazar 2002 yılında dünyadaki bu kaos dan ABD’nin sorumlu olduğunun farkında bile değil.
Kitapta savaş öncesi Saraybosna da ki küçümsenen çeteler çatışmalar başlayınca kahramanlara dönüşüp yağmalama ve işkenceyi ideolojik cila ile Sırplara karşı uyguluyorlardı söylenmekte. Yani bizim masum Boşnaklara karşı bu kötü isnatta bulunulmaktadır.
İnsanoğlu dünyaya geldiğinden beri sürekli savaşların olduğu bir ortamda hayatını sürdürdü. Tarihçi Will Durant herhangi bir yerde savaşın yaşanmadığı 29 yıllık bir süre olduğunu hesaplamış. Savaşanlara cesaret verilmesi savaşların sürmesine sebep olmaktadır.
Yazar burada yine bir kıyaslama yapıyor. Birçok Filistinli, İsrailli çocukların canlı bombalarla öldürülmesini alkışlıyorken, bir çok İsrailli de, tek suçları zırhlı askeri devriyelere taş atmak olan Filistinli çocukların öldürülmesini savunuyor deyip sadece o andaki durumdan bahsetmekte. Pekiyi durumun bu hale gelmesine kim sebep oldu. Kim, Filistin’e yani bir başkasının ülkesine zorla hile ile yerleşti, dağdan gelip zorla bağdakini kovmaya çalıştı. Tam 75 yıldır, öldürdü, katletti, yaktı, yıktı. Filistinli bu duruma ses çıkarmayacak yok olup gidecek miydi?
Sonraki bölüm de neyse ki bir özeleştiri yapıyor. Dünyada ki soykırımlar konusunda sorumluyuz, çünkü müdahale etme gücümüz varken etmedik, katliamları seyrettik diyebiliyor.
ABD’nin Vietnam da ki yenilgisi için burnumuz sürtüldü, kibrimizden arındık, savaş hakkındaki algımızı ve düşüncemizi erdemli bir şekilde ortaya koyduk, daha iyi bir ülke olduk demesini şaşkınlıkla okuyoruz. Bu düşüncelere herhalde sadece kendileri inanıyordur demekten kendimizi alamıyoruz.
Yazar Sırplarla, Müslümanlar arasındaki savaşın aslında bizim savaş değil de katliam hatta soykırım dediğimiz durumla ilgili bu savaş kültürler arası ya da dinler arası bir savaş değil demeside ilginç. Toplumun en alt seviyesinden çıkıp savunur gibi göründükleri kesimleri terörize eden çeteciler tarafından yönetilen üretilmiş savaşlar olarak yüzeysel ve sahte ideolojik maske takarlar diye fikir beyan etmektedir. Amerika ve Batı’nın Bosna’ya geç müdahale etmesini bunlara bağlamaktadır.
Halbuki soğuk savaş sonrası dönemde yani komünizm sona erince ABD’nin askeri müdahaleleri ekonomik çıkarlar sağlayacağı bölgelere olmuştur. Özellikle müdahalenin petrol bölgelerine olması bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Yani o anda müdahale çıkarlarına uygun değildi. Orada yaşanan soykırım onları ilgilendirmiyordu. Ayrıca müdahale edilmemesinin önemli nedenlerden biri de Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devlet kurulma ihtimaliydi. Bu, Amerika’nın ve diğer Avrupalı ülkelerin istemediği bir durumdu. Böylece Bosna da Müslüman nüfus soykırıma uğratılarak Sırplara kırdırıldı.
Bush döneminde başlayan Bosna katliamında bir sonuç elde edilememesi ile insanlar yerine gelen Bill Clinton’dan ümitlenmiş ama ümitler boşa çıkmıştı. Bir plan hazırlanmış o planda Belgrad hükümeti kınanmış, gerekirse siyasi baskının artırılacağı, savaş suçları mahkemesi kurulacağı, yine gerekirse uluslararası destek olması halinde bölgeye ABD asker gönderilebileceği, Rusya ile görüş alıverişinde bulunulacağı gibi kararlar alınmış. Bu kararlar alınırken bölgede katliam bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bill Clinton 1993 de göreve geldi. Bosna ile ilgili anlaşma ancak 1995 de yapılabildi.
Yazar hala kitabında ABD’nin neden Bosna’ya geç müdahale ettiğinin bir takım mitlerle açıklamasını yapmaya çalışıyor ama inandırıcı olmuyor. Kendine göre savaşta yer alan taraflar arasında adaletli olmaya çalışıp bütün tarafların hatalarını söylemeye çalışıyor ama burada bütün taraflar eşit değil. Bu savaşta güç dengesi yok, bir tarafa, diğer taraflardan uygulanan soykırım var.
Yazar Sırp, Hırvat, Boşnak aynı ırktan geldikleri halde neden birbirlerine düşman oldular diye kendine göre açıklamalar yapmaya devam ediyor. Bunun içinde konuştukları Slav kökenli dillerinde pek çok ortak kelimeler olduğu halde sonradan Sırplar, Sırpçadan, Hırvatların Hırvatçadan pek çok ortak kelimeleri attı, Müslüman Boşnaklarda aynı yolu takip etti, dillerine şehit, İnşallah, Maşallah gibi kelimeleri aldılar diyor. Hala Boşnakların dinlerinin diğerlerinden farklı olarak Müslüman olduğunun ya anlamıyor, ya da anlamak istemiyor.
Yazar bu bölümde ise bizim de teröristlerimiz var diye günah çıkarmaya çalışıyor. Örnek olarak Nikaragua’da ki Kontralar, ABD yardımları ile en korkunç insan katliamları yaparken Özgürlük Savaşçıları olarak alkışlandı. Angola’nın ABD’nin arka çıktığı isyancı lider Taliban’ı geride bırakacak cinayetler işledi diyor. Pekiyi, Taliban bu kadar gaddar diyorsun da neden ABD, 2021 de Afgan Halkını gaddar Taliban’a bıraktı. Neden mi? Artık ABD, 2001’den 2021’e kadar bütün kaynaklarını sömürdüğü Afganistan da sömürecek bir şey kalmadığını anlayınca arkasına bakmadan çekilmek zorunda kaldı.
Philip Caputo adlı bir yazar Vietnam hakkında yazdığı kitap da yüksek ahlaki amaçlar uğruna orada olduğumuzu zannediyorduk derken acaba savaşı kendileri kazansaydı savaş aleyhine konuşurlar mıydı?
Kitapta ki doğrulardan biri yazarın Batı Şeria’daki İsrailli göçmenlerin 7.yüzyıldan beri Müslüman olan Filistin kentlerinin kendilerine ait olduğunu, çünkü bunun İncil’de yazdığını söylemeleri içinse safsata demesi.
Kitapta yer alan bir bölümde de 1982 yılında Arjantin ve İngiltere arasında yaşanan Falkland savaşı. Falkland adası Arjantin’in Patagonya bölgesine 480 km açıktayken İngiltere’ye ise 12789 km uzaktadır. Yazar kitapta bu savaşın sebebi olarak Arjantin’de ki askeri diktayı görüyor. Askeri dikta Arjantin de yaşanan olayların üzerinden dikkati başka tarafa yani Falkland adasına çekmeye çalıştı diyerek aslında Arjantin’in elinde olması gereken adanın geri alınma çabasını küçümsemeye çalışıyor.
Kitapta bir bölümde Kıbrıs’a ayrılmış. İlk olarak 1974 de Kıbrıs’a Türkleri Rumların katliamından korumak için çıkan askerlerimiz için işgalci diye bahsedilmesi. Sadece Türkiye’nin tanıdığı Kıbrıs’ın 1/5ine hakim olan Kuzey Kıbrıs’ı, Ankara ya da İstanbul da işçi sınıfının yaşadığı renksiz köy ve kasabalara benzetmesi, güney içinse İspanya ve İrlanda düzeyinde kişi başına düşen 12 bin dolarlık geliriyle çok farklı bir görünüm sergiliyor demesinde de bir küçümseme seziliyor. Evet, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yalnızca Türkiye’den yardım alırken, Rum kesimi ise hem Avrupa’nın hem de Amerika’dan maddi, manevi destek almaktadır. Rauf Denktaş ile yaptığı röportajda Denktaş’ın iki halk yeniden bir araya getirilemez, bir Türk ile Rum arasındaki en ufak bir husumet her şeyi yeniden tetikleyebilir, korkuları hafife alamayız demesi çok yerinde bir tespittir.
Kitapta yazarın savaş zamanlarında karşı karşıya gelen milletlerin birbirlerinin kültürünü yok etmeye çalışmaları aynı zamanda fiziki olarak da gerçeklemiş devlet destekli kendi kültürlerine ters gelen binaları anıtları yok etmişlerdir derken örnek olarak da Türkiye deki binlerce Ermeni köyünü gösteriyor. Bu arada bu konuyla ilgili kendisine hak verdiğimiz tek bir örnek var o da
İsrail’in Filistin köylerini yok etmesi demesi.
Yazar Filistinlilerle ilgili önemli anekdotlar da bulunurken onların umutsuzluk adaletsizlik hikayeleriyle istismar edildiğinden söz etmekte. Sürekli topraklarından atılıp akrabalarının öldürüldüğünden bahsediyorlar derken gerçekten durumu hiç anlamamış diye aklımızdan geçiyor. 75 yıldır ülkeleri işgal altında onlar, kendi öz topraklarında ikinci sınıf vatandaş hatta insan muamelesi görmeyenler onlar ama suçlu yine onlar.
Kitapta ilginç tespitlerden biride asıl Yugoslavya’nın dağılışı ekonomik yıkımdan önce 1991 de başladı. Bu aynı zamanda hükümetin porno filmlere televizyonda izin verildiği yıldı. Halbuki komünizm zamanı bu filmler yasaktı. Yugoslavya ekonomik olarak çöküşünü gizlemek dikkati başka tarafa çekmek için bu durumu teşvik etti. Toplum da her bakımdan ahlaken yıkım başladı. Bu konuyla ilgili olarak Eski Yunanlar aşk ile savaş arasında bağlantı kurarlar diyerek Yunan tanrıları arasındaki aşktan, entrikadan ve sonuçta aralarındaki savaşlardan bahsediyor.
Daha önce söylediğim gibi bizim inancımıza göre savaşın bir ahlakı var ama bizim dışındakilerin ise bu yazılanları görünce hiçbir ahlaki değerinin olmadığını, cinsel saldırganlıklarının bu durumda daha da arttığına şahit oluyoruz. Gerçekten korkunç.
Kitabı okurken şu dikkatimi çekti. Dünya’nın hangi köşesinde olursa olsun şiddet, taciz, tecavüze, her türlü kötülüğe maruz kalanlar Müslümanlar, bunu yapanlar ise karşı taraf. Yazar bunu resmen söylemiyor ama Bosna ve Filistin katliamına ait bizzat yaşayıp gördükleri en ince ayrıntısına kadar anlattıkları ile buna kanıt.
Kitap da bana ters gelen pek çok düşünce olmasına rağmen, bir Amerikalının Dünya'nın bir çok bölgesinde yaşanan savaş ve olaylara bakış açısını öğrenmek benim için ilginç bir tecrübe oldu.
