23.12.2024
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
SAVAŞ KİTABI;
Korkuyorsun, patlama üstüne patlama
Ağlıyorsun, annene, babana ya da oyuncağına sarılıyorsun
Füzelerin beyaz ışığı görünüyor, patlamaları bekliyorsun
Neden çocukları öldürüyorlar, senin suçun neydi?
Neden kimse sana kol kanat germiyor? Yaralanacak mısın?
Bacağını mı yoksa kolunu mu kaybedeceksin?
Kör mü olacaksın yoksa tekerlekli sandalyede mi olacaksın?
Neden doğdun ki? Güzel hiçbir şey yok mu?
Yoksa bunu yaşamak için mi doğdun sadece?
Büyüyecek misin? Mutlu olacak mısın?
Arkadaşların olmadan ne yapacaksın? Sırada kim var?
Annen? Baban? Kardeşlerin mi?
Tanıdığın biri yaralanacak. Yakında tanıdığın biri ölecek.
Chris Hedges’in Gazze Çocuklarına Mektup’undan bir alıntı 2023
İnternette gezinirken gazeteci, yazar Chris Hedges’in Gazze için yazdığı işte bu mektup dikkatimi çekti. Yukarıda bir bölümünü aldığım yazının etkisi altında kalarak yazarı araştırmaya başladım. Bu duygusal satırların yazan Chris Hedges Amerikalı gazeteci, yorumcu ve presbiteryen bir papaz olduğunu öğrenmek ilginçti. Kitapları var mı derken 2002 yılında yayınlanan Savaş adlı kitabına ulaştım. Hemen satın alıp okumaya başladım. Acaba kitabı hem bir Amerikalı, hem de Hristiyan din adamı olarak nasıl yazmıştı?
Bir savaş muhabiri olan Chris Hedges kitabına Platon’un ünlü sözü Savaşın sonunu ölüler görür sözü ile başlıyor. Yani savaşlar insanlık tarihi ile başlamış, kesintisiz zamanımıza kadar sürmüş dünyanın sonuna kadar da sürecektir deyip 1995 yılı Saraybosna soykırımı ile devam ediyor.
Yazar 1995 de Saraybosna katliamının bizzat tanığı olarak muhabirlik yapmaktadır. Ortamı tasvir ederken ortam tıpkı Dante’nin cehennemine benzemektedir diyerek ortamın korkunçluğunu uzun uzun tasvir etmektedir.
Geçmişe şöyle bir bakarsak İkinci Dünya savaşına katılan Yugoslavya toprakları aynı zamanda büyük bir iç savaşa da sahne olmuştur. German ırkından gelen Hırvatlar, Ustaşa-Hırvat, Sırplar da Çetnik-Sırp aşırı milliyetçi radikal örgütleri kurarken bu iki örgütün karşısında ise Slavları bir bayrak altında toplamayı amaç edinen YKP partizan ordusu yer almaktaydı. Hırvatlar, Boşnakları Osmanlılar zamanında zorla Müslümanlaştırılmış Katolik Hırvatlar, Sırplar da Boşnakları Osmanlılar zamanında Müslümanlaştırılmış Ortodoks Sırplar olarak görüyorlardı. Hırvatlar Almanlar ve İtalyanlardan aldıkları yardımlarla Sırplara, Boşnaklara ve diğer etnik gruplara karşı soykırım uygulamaya başladılar. Müslüman Boşnaklar’ın büyük bir kısmı Ustaşa Ordusuna karşı direndi ama her millette olduğu gibi aslında azımsanmayacak ölçüde işbirlikçi hain de çıktı. Sırplar ve Hırvatların her ikisinin de saldırısına uğrayan Boşnaklar büyük katliamlarla karşı karşıya kaldılar.
1945 yılından 1974 yılına kadar Yugoslavya’da sıkı bir komünist rejim uygulandı. Tito 1974 yılında Müslümanlar üzerindeki baskısını kısmen hafifletirken camilerin bir kısmının da açılmasına izin verdi. 1980 de Tito’nun ölümüyle ise Müslümanlar için şartlar daha da ağırlaştı. 1992 yılında yapılan referandumla da Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti.
İşte bu bağımsızlık ilanıyla Bosna-Hersek için felaket dolu günler başladı. İkinci Dünya savaşında Ustaşalar, Çetnikler ve Partizan Komünistler arasında kalan Boşnaklar, Hırvatlarla beraber bu defada direkt Büyük Sırbistan hayali içindeki Bosnalı Sırplar’ın hedefi oldular. Sırplar resmen Boşnaklara soykırım uygulamaya başladılar. Boşnaklar’a yapılanlar Müslüman dünyasını derinden sarstı. Daha sonraki yıllarda soykırım yapanların yargılanarak çeşitli cezalar almaları içimizdeki acıların sönmesini sağlayamamıştır.
Dünya kurulduğundan beri savaşlar hep vardı, var da olacak. Ama savaşında bir kuralı, bir şerefi vardır. Bizim inancımızda özellikle yaşlı, kadın ve çocukların öldürülmemesi, güvenliklerine dikkat edilmesi, dini yerlere, zirai alanlara zarar verilmemesi konusunda sürekli uyarılar yapılmıştır. Sırplar ve Hırvatlar ise Müslüman kadınların ırzına geçip, çocuklarını katlettiler, yağmaladılar, yaktılar, yıktılar, her türlü zulmü yaptılar. Dünya maalesef bu zulme seyirci kaldı.
Kısaca 1995 yılına kadar Saraybosna da olanlardan bahsettikten sonra 1995 yazında tam savaşın ortasında kalan yazarın yaşadıklarından bahsetmek istiyorum. Okumaya devam ederken şu dikkatimi çekti aslında kitabın tercümesi istenilen seviyede anlaşılır değil. Sanki internetten İngilizce kısmına kitap kopyalanıp yapıştırılmış, sonra Türkçe butonuna basıp tercüme edilmiş gibi. Bu durum kitabı okurken sıkıcı hale getirebiliyor. Yine de kitabı okumaya çalışacağım.
Sırplar tarafından kuşatılan Saraybosna’ya çok sayıda katyuşa füzesi düşüyordu. Su yok, elektrik yok, yiyecek çok azdı. Şehirde büyük bir yıkım vardı. İnsanlar bodrum katlarında üst üste sıkışık bir durumda yaşıyorlardı.
Patlayan bombalardan bedenler ezilirken, başlar vücutlardan ayrılıyordu. Her taraftan yaralıların iniltileri duyuluyordu. Dört yıl süren savaş sonunda 45 yabancı muhabir hayatını kaybetmişti.
Yazar 1983 yılında serbest gazeteciliğe başladığında ilk gittiği yer El Salvadordu. Burada 5 yıl kalarak direnişleri takip etti. Sonra Guatemala, Nikaragua ve Kolombiya da işine devem etti. Batı Şeria ve Gazze deki ilk intifada, Sudan ve Yemen deki savaş, Cezayir ve Pencap’da ki ayaklanmalar, Romanya diktatörü Nikolay Çavuşesku’nun düşüşü, Körfez savaşı, Türkiye’nin Güney doğusunda ve Irak’ın kuzeyinde ki Kürt isyanı (Türkiye de Kürt değil, PKK terörü) , Bosna’da ve sona olarak da Kosova’da ki savaşı tehlikeli şartlar altında takip etti. Buralarda hapsedilir, pusuya düşürülür, dövülür, sınır dışı edilir, esir alınır, bombardıman altında kalır. Çok fazla vahşet görür, büyük korkular yaşar ama savaş muhabirliğini bırakmaz.
Yazar savaş için hepimizin içinde, çok da derinlerde olmayan bir yerlerde pusuya yatmış kötülüğün açığa çıkması halidir, savaş bir bağımlılıktır, savaşın öldürücü bir cazibesi vardır, tüm yıkıcılığına rağmen insanlara yaşamak için bir gaye, hayatlarına bir anlam vermektedir diye açıklamasını yapmaktadır.
Bu düşünce şekli insanı korkutmakta ama bu savaşma isteği sadece insanın içinden gelen bir dürtü, istek değil onu bu duruma çevresel faktörlerde getiriyor. Yazar sanki bu savaş isteği herkeste var gibi söylüyor ama öyle şartlar oluşuyor ki savaşmak zorunda kalıyorsunuz. Mesela canınıza ve vatanınıza kastedilmesi gibi. Burada Saraybosna’yı konuşursak Yugoslavya dağılırken Sırplar, Hırvatlar devlet olarak bağımsızlıklarını ilan ediyorlar, orada Hırvat ve Sırplardan ayrı bir grup olan Boşnaklar ise bağımsızlığını ilan edince şiddetle karşı çıkarak katliamlara başlıyorlar. Tıpkı Gazze de yaşananlar gibi. Bosna ve Gazze de olanlar savaş değil bu iki milletin kendi topraklarında var olma mücadelesi.
Amerikan milleti mensubu olan yazarı düşündüğümüzde Boşnak milleti ya da Filistin milleti vardır ama Amerikan milleti deyince çok çeşitli etniklerden oluşmuş bir yapı akla gelmektedir. Yani Amerikan milletine mensup, Amerikan kültüründen gelen biri bir Türk’ün, bir Boşnak’ın ya da bir Gazzeli’nin vatan ve millet sevgisini anlayamaz.
Böyle düşünmeme sebep Chris Hedges’in Filistin direnişine ayaklanma diyerek, Filistinlilerin sadece İsraillileri Batı Şeria ve Gazze’den atmak için değil Doğu Kudüs ve Gazze’deki kentsel eliti, dükkan sahiplerini ve işadamlarını ezmek için yaptı diyebilmektedir. Bu düşünceler, Gazze’nin çocuklarına adlı mektupta yer alan düşüncelerle tezat teşkil etmektedir. Yazarın Gazze deki Han Yunus mülteci kampına bir yaz günü yaptığı ziyaret dikkatimizi çekiyor. Han Yunus aynı zamanda şehit Yahya Sinvar’ın doğduğu ve Diken ve Karanfil kitabında uzun uzun anlattığı mülteci kampı. Yazar Chris Hedges burada sıcaktan bir kum tepesinin yamacındaki bir kulübenin gölgesine sığındım etraftan çürümüş çöplerin ve kanalizasyon kokuları yüzünden tükenmiştim diye ortamı anlatırken çıplak ayaklı eski, püskü bir topun peşinde koşturan erkek çocukları dikkati çekiyordu. İşte tam o sırada kampın dışından İsrail tarafından hoparlörden bir ses duyulur.
‘’Hadi köpekler, Han Yunus’un bütün köpekleri nerede, gelin diye bağırır. Küfür giderek şiddetleniyordu. ‘’O.. çocuğu, senin annen pisliğin teki’’
Kum tepesindeki çocuklar kampı Yahudi yerleşim bölgesinden ayıran elektrikli tel örgüye atılırlar. Ellerindeki taşları tepesinde hoparlör olan kurşungeçirmez zırhla kaplı cipe doğru fırlatırlar. Cipin içindeki asker onlara gülerek bakıp onlarla alaya devam eder. Olabileceklere karşı üç ambulans yan yana sıraya dizilir. El bombalarının çıkardığı gürültüler içinde 10 ya da 11 yaşındaki çocukların susturucu takılmış silah atışları ile bedenleri dağılır. Evet, bu çocuklar Hanzala’nın yaşındaydı. Yalın ayaklı, yamalı giysili Hanzala; hep 10 yaşındadır yüzü dönüktür. Filistin’e yapılan zulme ses çıkarmayan insanlara küskündür. Ancak ülkesi özgür olunca yüzünü dönecektir.
Yazar burada El Salvador da, Guatemala da, Cezayir de, Saraybosna da ölüm mangaları önünde katledilen çocukları gördüm ama böylesine çocuklara hakaret edip ayartan fare gibi (bu tabir aslında hiç hoşuma gitmedi) kapana kıstırıp sonra da zevk için katlettiklerini görmemiştim derken bu canilik karşısında adeta şok geçiriyor.
Yahudilerin yaptığı bu katliamda hayatını kaybeden çocuklardan birinin babasına taziyede bulunulurken olanlara bizzat tanık olmasına rağmen yazarın gelen militanlara sakallı İslamcılar demesi, İsrail karşıtı sloganlar atarak çocuğun cesedini gerekçe olarak göstererek propaganda malzemesi olarak kullanıyorlar demesi ilginç.
Baba çok üzgün bir şekilde onu çok engellemeye çalıştım, oraya gitmemesi için her türlü uyarıyı yaptım bana gitmeyeceğine dair söz vermişti ama gitmiş işte bu başına geldi derken perişandır.
İşte tam o sırada kum tepesine gidip kurtulan bir çocuk gelip hepimiz taş atıyorduk, askerler bize hoparlörden seslenerek çikolata ve para vereceklerini söylediler. Yanlarına gittik, bize küfrettiler ve el bombası attılar ve bu katliam gerçekleşti.
Yazar için orada bulunanların bu insanlık dışı canavarlığa karşı çıkması, kurandan ayetler okunması, şehitlerin kanının yerinde kalmayacağının söylemesi neden garip bir durum oluyor? Niçin bunu bir kışkırtma diye algılıyorsunuz? Şayet bu duruma ses çıkarılmasaydı o zaman biz bunu anormallik olarak algılardık. Şehitliğin önemini anlatan slogan atanları kışkırtıcı İslamcılar diyerek İsrail askerleri ile bir tutmak abesle iştigaldir. Asıl sizlerin bu şekilde düşünmeniz bizleri sizlere karşı olan olumsuz düşüncelerimizi büyütmekten başka bir işe yaramaz.
Gazze de mülteci kamplarında grevler, İsraillilerden daha çok Filistin’e zarar vermiştir diyerek daha da ileri gitmiştir. Bosna’da da aynısı oldu diyerek öz yurtlarında garip duruma düşen Boşnaklar kendilerini koruyabilmek için hiç de istememelerine rağmen Komünist Partizan ordusuna katılmak zorunda kaldılar. Partizanlar diğer iki gruptan farklı olarak Sosyalist Yugoslavya Federasyonu kurmaya çalışıyorlardı. Yani Boşnakların şeytan üçgeni içinde ehveni şer deyip Partizanlar tarafında yer alması yazar tarafından büyük bir hata olarak görülmektedir.
Savaş bir mücadeledir denilerek o zamanki ABD başkanı George W. Bush’un terörizmle mücadelesi övülerek bunun bir cihat olduğu öne sürülmüştür. Değişken bir düşmana karşı mücadele veriyoruz diyerek işlerinin zor olduğunu belirtiyor. Bush’un Dünya’da özgürlüğü, iyiliği ve adaleti korumak için ilerliyoruz deyişi bize garanti veriyor diyen Chris Hedges’e bizde diyoruz ki;
