Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
banner
banner
banner
HOŞ GELDİNİZ!

Yazar, Seyyah Leyla Kent, Leyla Kent

Aşağı Kaydır
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kitap Yazarı
  • Email:
    kentleyla@yahoo.com
  • Adres:
    İstanbul / Maltepe

25.04.2023

Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent

ÖZBEKİSTAN SEYAHATİ

Sevgili dostlar, bu gün günlerden Cuma ve yarın Özbekistan turuna gideceğim. Her yeni tura gideceğim zamandaki gibi heyecanım son haddinde. Kasım ayında olduğumuz için hava durumuna bakıp ona göre kıyafet alayım dedim. Özbekistan tam bir kara iklimi, gündüz 8 civarı gece ise eksi değerlerde. Ona göre kıyafet alıp bavulumu hazırladım. Gece çok zor uyudum. Çok heyecanlıyım Öğleden sonra yani 23.11.2019 tarihinde saat 17.00 de yola çıktım. Önce taksiyle Kadıköy’e havaalanı servisinin kalktığı yere gittim. Servisle hem trafik yoğunluğu hem de servisin dolaşmasından dolayı 2 saat te yeni havaalanına gidebildik. İlk defa bu havaalanını kullanacağım için erkenden yola çıkmayı uygun buldum. Konya dan gelen tur arkadaşlarımla havaalanında buluşup gece 1 de Taşkent’e gitmek üzere THY uçağına bindik. Heyecanlı başladığım yolculuğum fena değildi, ama yine de uyumakta zorlandım hatta hiç uyuyamadım diyebilirim. 5.5 saatin sonunda uçak inişe geçerken pilotun anonsu duyuldu. Taşkent’te hava soğuk ve karlıydı. Oldukça küçük olan Özbekistan’ın tek uluslararası havaalanına olumsuz hava koşulları altında iniş yapmış olduk. Havaalanı aslında büyük ama kapalı kısım küçük. Bavullarımızı almak için epeyce bekledik. Türkiye Türkçesi ile gayet güzel konuşan Özbek rehberimiz bizi Aleyküm selam diyerek karşıladı.

Panoramik şehir turu yapmak üzere otobüsümüze bindik. Otobüste rehberimiz Özbekistan hakkında bilgi vermeye başladı. Rehberimiz 1924 e kadar Özbekistan diye bir ülke olmadığını, 1924 ten sonra SSCB ne bağlanan bu toprakların Özbekistan adını aldığını söyledi. SSCB den önce buralar hanlıklarla yönetiliyormuş. Mesela Taşkent hanlığı gibi. Özbekistan’ın denize kıyısı olmadığı gibi komşuları Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Afganistan’ında denize kıyısı yok. Büyük imparatorları emir Timur (Timurlenk) bu topraklara egemen olmadan önce buralar 13.yy da Moğol istilasına uğramış. Her taraf yakılmış yıkılmış. Bölgede yaşayan kabileler Altınordu devletinin büyük hükümdarı Özbek han zamanında Müslümanlığı kabul etmişler ve Özbekistan’a tarih boyunca sırasıyla Persler, Makedonlar, Yunanlar, Akhunlar, Müslüman Araplar, Samaniler, Karahanlılar, Selçuklular, Karahitaylar, Harzemşahlar, Moğollar, Timurlular, Ruslar gelmiş ve bu topraklar da hüküm sürmüşler.

1 eylül 1991 tarihinde SSCB’nin yıkılmasıyla Özbekistan bağımsızlığına kavuşmuş. Yeraltı kaynakları başlıca altın, alüminyum, doğalgaz. Dünyanın en kaliteli altını Özbekistan da çıkarılmakta. Şu anda petrolü dışardan alan Özbekistan da büyük ölçüde pamuk ekimi yapılıyor. Sovyetler zamanın da bölgede sadece pamuk ekimine izin veriliyormuş. Şimdiler de pamuğun yanında buğday, meyve ve sebze üretimi de yapılmaktaymış. Rehberimiz çok şükür şimdi bir çok şeyin üretimini yapabiliyoruz diyor.

Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan ülkede son yıllar da turizme de önem verilmeye başlanmış. Rehberimiz otobüste bizlere bu bilgileri verirken dışarda kar yağmaya devam ediyor.

Taşkent düz bir araziye kurulmuş. Hemen gözünüze yüksek binalar çarpıyor, caddeler geniş, etraf yeşillik. Küçük bir şehir turundan sonra kahvaltı yapmak için daha önceden yer ayırttığımız Sharaf Rashidov caddesinde bulunan Üsküdar isimli bir Türk restaurantına geldik. Ballı-kaymaklı, tahinli güzel bir kahvaltı yaptık. Burada halk genelde siyah çay yerine yeşil çay içiyor. Fakat restaurant sahibi bizim için siyah çay hazırlatmıştı. Kahvaltımızı yaptıktan sonra kar yağışı altında tekrar otobüsümüze bindik. Bu kar yağışı beni biraz ürküttü. Kar da en çok korktuğum kayıp düşmek. Havanın soğuk olduğu söylenmişti ama ben kar yağışı beklemiyordum. Hatta kendi kendime niye bu mevsim de geldim. Keşke bahar aylarında gelseydim diye söylenmeye başlamışken sonunda iyi ki de gelmişim kar altında da olsa güzel zevkli bir gezi olduğunu düşünmeye başladım.

   

Otobüste rehberimiz şehir ile ilgili bizi bilgilendirmeye devam ediyor. Taşkent 1966 yılında 8 şiddetinde ki bir depremle yıkılmış, binlerce insan ölmüş. Halk uzun süre sokaklarda yaşamış. Orta Asya’nın bu en büyük şehri 1966 dan sonra nerdeyse tamamen baştan aşağı yapılmış.

Taşkent’te ilk ziyaret ettiğimiz türbe Şafi fıkıh alimlerin den Kaffal eş Şaşi (904-976)’nin türbesi oldu. Geçimini anahtarcılık yaparak sağlarmış. Zaten Kaffal anahtar manasına geliyor. İlim öğrenmek için o zaman ki ilim merkezi Bağdat a giderek ilim tahsil etmiş. Şaşi Taşkentli (Şaş,Taşkent in eski ismi) demekmiş. Türbe tipik 16.yy mimari tarzında yapılmış ve turkuaz renkli soğan şeklinde bir kubbeye sahip. Hemen türbenin içinde ki kedi dikkatimi çekti. Rahatça türbenin içinde dolaşıyor ziyarete gelenlere kendisini sevdiriyordu. Dua edip türbeden ayrıldık.

           

İkinci ziyaret yerimiz ise 16 yy da Uluğ beyin torunu Barak han tarafından yaptırılan Barak han medresesi. Bu bölgeye Hz. İmam Külliyesi de deniyormuş. Barak han medresesi Taşkent’in en önemli simge yapılarından biri. Medresenin yapımı 15.yy da başlamış 16.yy’ın ortalarına kadar sürmüş. Yapı, büyük bir kapısı ve mavi kubbeleriyle hemen fark ediliyor. Bölgede şu anda çok büyük bir restorasyon çalışması var. Restorasyon çalışmaları tamamlandığında bölgenin İslam Kültür Merkezi olması bekleniyor. Bu bölgelere Sovyetler zamanında zorla Ruslar ve Koreliler yerleştirilmiş. Orta Asya’nın tümünde çok sayıda Koreli yaşamakta. Korelilere Koryo Saram deniliyor. Özbekistan ise Korelilerin en fazla bulunduğu ülke.

Bu bölgede insanlar dini hayatı Sovyetlerin bütün engellemelerine rağmen en iyi şekilde yaşamaya çalışmışlar. Grup olarak abdest alıp medresenin mescidin de namaz kıldık. Sanki bir zaman tünelinde gibiyiz ve şu anda 16.yydayız. Medresenin en muhteşem olduğu günlerdeyiz.   

    

Taşkent pek çok şehirde olduğu gibi eski ve yeni iki bölgeden meydana geliyor. Biz eski tarihi bölgeyi gezerken rehberimiz anlatmaya devam ediyor. Sovyetler 1920-1950 yılları arasında bu bölgede çok büyük katliamlar yapmış.4 Ekim 1938 yılında alim, yazar ve o bölgenin zenginlerden 507 Özbek vatandaşı kurşuna dizilerek idam edilmiş. Pek çok kişi işkenceye maruz kalmış. Ne kadar aklı başında başarılı insan varsa halk düşmanı ilan edilerek tasfiyeye uğramış. Normal sıradan vatandaşlar ise çok şükür karnımız doyuyor diyerek kendi kendilerini pasifize etmişler.

Sovyetler birliğinin çökmesindeki en büyük sebeplerden biri alkoldü. Alkolizm halen Rusya da en büyük problem olmaya devam etmektedir. Ama Özbekistan da ise şu anda alınan tedbirlerle daha önceki yıllara göre daha az alkol tüketilmekteymiş. Hatta alkollü yolcuların uçaklarda sebep olduğu olaylar yüzünden uçaklar da alkol satışına kısıtlama getirilmiş.

Şu an da otobüsümüz şehrin merkezdeki Kukeldaş (sütkardeş) medresesinde. Şeyh hanedanlığı zamanında 1570 yılında yapılmış. Yapımında sarı renkli tuğla kullanılan medresenin ortasın da bir bahçenin yer aldığı genişçe bir avlu mevcut. SSCB zamanında müzeye çevrilen medrese şimdi tekrar asli işlevine geri dönmüş. Medrese Hoca Ahrar caminin yakınında bulunmakta. Bu avlunun etrafında medreseye ait öğrenci odaları yer almakta. Medresenin cümle kapıları yüksek, kapıların etrafı süslü mavi çinilerle çevrelenmiş.

   

Şunu da hatırlatmak lazım bütün medreseler Sovyet dönemin de depo olarak kullanılmış ve bir kısmı sonradan müzeye çevrilmiş.1966’daki depremde hasar gören binalar ise tekrar restore edilmiş.

Yakınındaki Ahrar cami mimarisi ile dikkat çekiyor. Caminin üç kubbesi de mavi renkli soğan biçiminde, üzeri balıksırtı desenli.819 yılında inşaatı yapılmaya başlanmış günümüze kadar birkaç defa restorasyon geçirmiş. İsmini camiye veren Hoca Ahrar ise Nakşibendi geleneğinden gelen büyük bir veli.

Sovyet dönemin de bütün camiler amaçları dışında ya depo ya da idari bina olarak kullanılmış. Rehberimiz bunları anlatırken bize, biz 150 sene önce Rus, sonra da SSCB nin işgalinde kaldık. Özbekistan 1 eylül 1991 tarihinde bağımsızlığına kavuşmasına rağmen bazı konularda işgalin izleri hala devam ediyor fakat bu izleri yavaş yavaş sileceğiz diyor. Çünkü gruptakilerden bazıları çoğu yerde neden taharet musluğu yok diye sorulunca bu açıklamaları yapmak durumunda kaldı. Yavaş yavaş yeni binalarda konuyor diyor. Siz hiç işgal altında kalmadınız biz ise uzun yıllar işgal altında kaldık şeklinde açıklaması gözlerimizin dolmasına sebep oldu.

Öğlen yemeği vakti geldiğinde rehberimiz bizi Özbek pilavı yemek üzere önceden yer ayırttığı bir restauranta götürdü. Rehberimiz ana malzemesi pirinç, soğan, havuç ve et olan bu pilavın yapılışı ve katılan malzemeye göre 60 çeşit yapıldığını söyledi. Özbek pilavının İbni Sina tarafından tarif edildiğine inanılmaktaymış. Bu pilav 2016 yılında UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültür Mirası Listesine dahil edilmiş. O güzelim lezzetli Özbek pilavını yedikten sonra üzerine Özbeklerin siyah çaya göre daha çok tercih ettikleri yeşil çayı Özbekistan a özgü kase şeklindeki bardaklardan içtik. Bu çay Özbekistan a Çin den geliyor. Paketlemesi ise Özbekistan da yapılıyor.

Yemeğimizi yiyip çayımızı içtikten sonra Taşkent’i gezmeye devam ediyoruz.

        

 

Kukeldaş medresesinin yakınında karşımıza Chorsu (Çarşı) Bazaar çıktı.  Buranın mimarisine özgü inşa edilmiş bir çarşı, Taşkent'in merkezinde turkuaz renkli büyük kübbesi ile dikkat çekiyor.

Şu anda II. Dünya savaşında ölen askerlerin hatırasına yapılmış Yaslı Ana heykelinin bulunduğu Hatıra meydanındayız. Savaşa gidipte dönmeyen oğulları için göz yaşı döken, yaslı anneler için yapılmış bir anıt. Hele ki bu savaş aslında kendisini ilgilendirmeyen bir savaşsa, hüzünlememek mümkün değil.

Meydanı gezdikten sonra Taşkent metrosuna geldik. Metro 1977 yılında hizmete açılmış. Moskova metrosuna benziyor.2013 yılında gördüğüm Moskova metrosuna benzesede Moskova metrosundan daha küçük. Ama tıpkı içi Moskova metrosu gibi bir sanat galerisini andırıyor.2018 yılına kadar metroda fotoğraf çekmek yasakmış. O yıl yasak kalkmış. Biz rahat fotoğraf çekebildik.

    

Herhangi bir kısıtlama ile karşılaşmadık. Metroya bindik ve üç istasyon gittikten sonra Amir Timur istasyonunda inip Amir Timur heykelinin bulunduğu alana çıktık. Heykelin üzerinde Amir Timur un ünlü sözü yer almış; Ülkeler kılıçla alınır ama adaletle korunur. Amir Timur yani bizim bildiğimiz adı ile Timurlenk. Amir Timur Özbekistan’ın Keş şehrinde doğmuş. Tarihin gördüğü en büyük askeri ve siyasi dehalardan biri. Özbeklerin kahramanı. Onu çok seviyorlar. Özbekistan da her yerde bir şekilde onun ismine rastlamak mümkün. Bizim Osmanlı padişahı Beyazıt zamanı yaşanan savaştan dolayı Emir Timur'a karşı bir antipatimiz var ama çoğu tarihçi Timur'un savaşmamak, Beyazıt’ın ise savaşmak için elinden geldiğini yaptığını söylemekte. Netice de ikisi de Türk ve Müslüman. İkisinin de Türk ve İslam dünyası üzerine büyük hizmetleri olmuş. Timur'u yaşadığı devre o zaman ki hakimiyet anlayışına göre değerlendirmek gerekir. O zamanlarda hükümdarların amaçları devletlerini bir şekilde cihan imparatorluğu haline getirmekti. Cihan hakimiyeti fikrine göre hareket eden Timur un bir sözü var. Dünya iki hükümdara yetecek kadar büyük değil. Allah nasıl tek ise sultanda tek olmalıdır. İşte bu söze göre hareket eden Timur Özbekistan Türklerinin atası durumunda ona büyük saygı ve sevgi duyuyorlar.

Bu arada rehberimiz SSCB dağıldıktan sonra Özbekistan da başa geçen İslam Kerimov’ un 2016 yılında ölünceye kadar ülkeyi demir yumrukla yönettiğinden bahsetti. Bu baskı özellikle Müslümanlara yönelikti. Birçok muhalifi öldürtmüş ya da yurtdışına kaçmalarına sebep olmuş. Onun ölümünden sonra şu an da ortam biraz daha rahatlamış ama yine de Müslümanlara karşı bazı yasaklar hala devam ediyor.

Evet hava kararmak üzere çok yorulduk ama çok güzel bir gün geçirdik. Tam kalacağımız otele girerken kar yağışı tekrar başladı. Otel de iki saat kaldıktan sonra otobüsle canlı müzik yapılan bir restauranta akşam yemeğini yemek üzere gittik. Buradaki yemekler bizim ağız tadımıza uygun değildi. Yemeklerde değişik baharatlar kullanılmış bu da büyük ihtimalle et yemeklerinin renginin siyaha yakın renk almasına sebep olmuş. Yemekte rehber burada at etinin çok sevildiğini rahatlıkla yendiğini söyledi. Belki de bu konuşmaların etkisi altında kalarak etlerin dana eti olduğu söylenmesine rağmen burada et yemekleri bana itici geldi yemek istemedim.

Yemek yedikten sonra otele döndük. Bütün gece kar yağışı devam etti. Bu durum benim iyice paniğe kapılmama sebep oldu. Sabah kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıktığımızda her yerin kar ve buzla kaplı olduğunu gördük. Kardan ve buzdan korkan ben kendi kendime yine senin ne işin var böyle bir seyahatte diye söylenmeye başladım. Neyse ki ayakkabımın garip bir şekilde kaymadığına şahit oldum ve çok sevindim. Giydiğim ayakkabının böyle bir özelliği olduğunu bilmiyordum.

Bugün Taşkent turumuzu tamamlayıp hızlı trenle Semerkant a gideceğiz. Otobüsümüzle 1980’ler de yapılmış büyük mavi pencereli tren istasyonuna geldik. Trene bindik aynı bizdeki yüksek hızlı trenler gibi. Yolculuğumuz iki saat sürdü. O da ne, Semerkant tamamen karlar altında. Kasım ayındayız rehberimiz de böyle bir kar beklemiyorduk diyor. Neyse otobüsümüze bindik ve Semerkant turumuz başladı. Semerkant tarihi İpek Yolu’nun üzerinde 2000 yıllık eski bir şehir. Tam bir Açıkhava müzesi. Burada Farsça’nın bir lehçesi olan Tacikçe konuşuluyor. Şehir görünüş olarak Taşkent’e benziyor. Oranın daha küçük bir modeli. Şimdi güneş çıktı. Umarım karlar erimeye başlar. Güneş gören yerler yavaş yavaş erimeye başladı bile.

Turumuza Emir Timur un türbesinden (Gur Emir Anıt Mezarı) başladık. Burada Emir Timur ile beraber hocası Mir Said Baraka, iki oğlu ve torunu Uluğ Bey in mezarları da bulunuyor. Türbe muhteşem kapısı, iki minaresi ve kabirlerin bulunduğu gök kubbeli kısmi ile hemen dikkati çekiyor. Timur’un mezarı üzerinde büyük devasa bir yeşim taşı, hocasının mezarı üzerinde ise bir tuğ bulunmakta. Bu mezarda hocasının mezarının da bulunması Timur'un ilme verdiği değeri göstermekte. Dualarımızı okuyup türbeden ayrıldık.

       

Şimdi Semerkant’ın merkezi konumundaki Registan meydanına geldik. Emir Timur ‘gökbilimci torunu Mirza Uluğ bey tarafından 1417-1420 arasında yapılmış olan üç medresenin o sanat şaheseri kapılarının baktığı büyük meydan. Registan Farsça da kumluk ya da çöl manası taşıyor. Günümüz de medreselerden biri alışveriş merkezi diğer ikisi müze olarak kullanılmakta. Muhteşem yapılar hepsine hayran kaldık. Uluğ bey medresesi iki yanında iki minaresi ve iç tarafındaki dershaneleri, öğrenci odaları ile ortaçağ da önemli eğitim merkezlerinden biriymiş. Uluğ bey burada kendisi astronomi ve matematik dersleri vermiş. Uluğ bey den çok sonra 1616-1639 arası tarihte Yalangtuş Bahadır zamanında  ikinci medrese Şirdar medresesi yapılmış. Uluğ bey medresesine çok benzeyen Şirdar medresesi kışın kullanılmak üzere yapılmış. Yine Yalangtuş tarafından birkaç yıl sonra iki medresenin ortasına üçüncü bir medrese inşa edilmiş. Bunun adı da Tillakari (Altın İşlemeli) medrese. Tillakari hem medrese, hem de camii olarak hizmet vermiş. Registan meydanı  bu muhteşemliği ile Semerkant ta ki diğer tarihi yapılarla birlikte 2001 yılında UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış.

     

Hava çok soğuk olmasına rağmen yine de geziden zevk aldık. Hem biraz dinlenelim hem de biraz ısınalım diyerek öğle yemeği için bir restauranta gittik. Yemekte buraya özgü Lagman adında erişte, et ve sebzeden oluşan bir yemek, yine buraya özgü içi kıymalı Samsa böreği üzerine de Özbek baklavası, Pahlava yedik. Yemekler bu sefer gerçekten çok güzeldi.

Şimdi Emir Timur'un eşi, Çağatay hanı olan Kazan hanın kızı Bibi Hatun (Saray Mülk Hanım) için Hindistan seferinden zaferle dönmesi üzerine yaptırdığı türbe ve camii ye gidiyoruz. Bibi Hatun cami kubbesi ve minareleri ile muhteşem bir camii. Bütün ihtişamıyla sizi karşılıyor. Türbe tam caminin karşısında.

     

Saray Mülk Hanım, ilk önce Timur’un kayınbiraderi Emir Hüseyin ile evlidir. Timur ise Emir Hüseyin'in kardeşi Olcay Tergen Aga ile evliyken kendisini Tuğluk Han’ın elinden kurtardığı Emir Hüseyin’in ihanetine uğrar. Timur’un askerleri tarafından kayınbirader Emir Hüseyin öldürülür. Timur ise öldürülen Emir Hüseyin’in eşi Bibi Hatun’u nikahına alır. Bu cami ve türbeyi çok sevdiği Bibi hatun için yaptırmış. Tabiat şartları ve depremler sonucu harap olan cami Rus işgali sırasında olduğu gibi harap bir şekilde bırakılmış. Daha sonra restorasyon çalışmaları ile tekrar eski şaşalı günlerine geri dönmüş. Şimdi turistik amaçlı bir ziyaret yeri.

Bibi Hatun türbesinin önünden geçip yürüyerek yolun karşısına geçtik. Eski devlet başkanı İslam Kerimov’ un mezarının bulunduğu Hızır caminin önünden geçtik. Bu cami Semerkant’ın ilk camisi. Önceden bu caminin yerinde bir Zerdüşt tapınağı varmış. Caminin bulunduğu tepe Eftasiyap’tan Bibi hatun külliyesi ve Registan Meydanı kuş bakışı görünüyor. Horasan fatihi Kuteybe tarafından yaptırılmış. Ben bu camiyi gezeceğimizi düşünürken dikkatimi çeken bir şey oldu. Rehberimiz İslam Kerimov’un mezarının bulunduğu bu güzel şirin camiye girmek istemedi. Gördüğüm kadarıyla onların tabiriyle diktatör İslam Kerimov burada pek sevilen bir kişi değil. Hatta dini özgürlükleri kısıtlayan İslam Kerimov için muhaliflerini kaynar kazanlara attırdığına dair iddialar da varmış.

Tarihi bir mezarlığın önünden geçip Şahı Zinde (Yaşayan Sultan); Peygamberimizin amcası Hz.Abbas ın oğlu Kusem Abbas’ın türbesinin etrafında zamanla oluşan yapılar topluluğunun bulunduğu bölgeye geldik. Kusem Abbas İslamiyet'i yaymak için geldiği burada şehit düşmüş. Yapılan kabri zamanla önemli bir ziyaretgah yeri olmuş. Etrafına cami ve medrese yapılmış. Abbas peygamberimiz mezara indirilirken ona en son dokunan kişidir. Muaviye zamanında Horasan yöresine yapılan fetihlere katılmış.

       

Burayı ziyaretimiz de rehberimizin söylediği şu söz dikkatimi çekti. Biz onlar sayesinde bu topraklar da İslam’ı tanıdık yine onlar sayesinde öğrendik. Onlara çok şey borçluyuz. Allah onlardan razı olsun.

Gerçekten bugün her tarafından tarih fışkıran bu bölgeyi ziyaretimiz bizi ziyadesiyle duygulandırdı.

Şimdi Roman bölgesinden yürüyerek geçip Maturidiliğin kurucusu  İmam Maturidi’nin türbesinin bulunduğu bölgeye geldik. Maturidilik Hanefiliğin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanefi’yi takip eden ayet ve hadislerle birlikte akla da önem veren inanç sistemidir.

Bu bölgedeki tek katlı yapılar hemen dikkatimizi çekiyor. Sokakta çocuklar koşuşturuyor. Kadınlar kapıların önünde oturmuş birbirleri ile sohbet ediyorlar. İnsanların üzeri hırpani olmasına rağmen evler çok kötü gözükmüyor. Rehberimiz bu mahallenin daha önce bir Yahudi Mahallesi olduğunu söyledi. Burada yaşayan Yahudiler buraları terk ederken bilinçli olarak çok cüzi miktar paraya bu evleri Romanlara satmışlar. Şu anda sadece bu ailelerin çocuklarının gittiği bir okulun önünden geçiyoruz. Roman olmayanlar kesinlikle bu okula çocuklarını vermiyorlarmış. Hemen buradaki Roman çocuklar etrafımızı sarıp bizden para istediler. Maturidiliğin kurucusunun türbesi işte tam bu evlerin arasında kalmış. Etrafı duvarla çevrili olan türbe bu binaların arasında muhteşem gözüküyor. İmam Maturidi’nin kabri SSCB zamanında bir evin bahçesinde kalmış diğer kısımlara ise beton dökülmüş. Özbekistan bağımsızlığına kavuşunca kabrinin bulunduğu alandaki evler yıkılmış, dökülen beton kaldırılmış, türbe bugün ki haline getirilmiş.

           ​​​​​​

Türbeye yakın Afganlılar Mezarlığı var. Afganlılar özellikle İmam Maturidi’ye yakın olabilmek için bu mezarlıktan yer satın alıyorlarmış.

Ziyaretimizi tamamladıktan sonra otobüsümüzle otelimize geldik. Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği yemek üzere dışarı çıkıyoruz. Yemek yediğimiz yer içkili eğlenceli bir mekan. Rehber in söylediğine göre Taşkent’te içkisiz mekan olmasına rağmen Semerkant’ta içkisiz mekan yokmuş. Yemekte çorba, kızarmış et ve patates vardı. Gürültülü bir ortamda yemeğimizi yedikten sonra otele döndük. Sabah kahvaltıdan sonra tekrar yola çıktık. Bugün hava güzel. Rehbere burada ezan okunuyor mu diye sorduğumda evet okunuyor ama Türkiye deki gibi değil sadece yakın çevre duyabiliyormuş.

Rehber bu arada burada her şehre özgü ekmek çıktığından söz etti. Gerçekten ekmekleri çok güzel, çok lezzetli. Şunu da ilave etti. Biz hiçbir şeyi ziyan etmiyoruz. O sizin restaurantlar da yemediğiniz ya da artık bıraktığınız yemekleri çalışanlar mutfakta yiyorlar dedi. Özellikle 1991-1996 yılları arasında çok büyük yoksulluk vardı derken gözleri doldu. Sonra durum yavaş yavaş düzelmeye başlamış.

Şu anda İmam Buhari hazretlerinin Özbeklerin Çalak dediği Çilek köyündeki türbesine gidiyoruz. Türbeye girdiğimizde çok duygulandık. Hep beraber dualar okuduk. Fotoğraflar çektik.

  

İmam Buhari hazretleri 810 da Buhara da doğmuş. Sünni Müslümanların en büyük, sahih hadis kaynağı Sahihi Buhari yi derlemiş.300000 den fazla Hadis i şerifin doğruluğunu senetleriyle beraber ezbere bilmekteydi. Bu yüzden kendisine imam denilmektedir. Hocalarının arasında Hanbeli mezhebinin kurucusu İmam Hanbel de bulunmaktadır. Buhari Fars(İranlı)dır. Hacca gittiği Mekke de bir süre kalıp ilim tahsil eden İmam-ı Buhari daha sonra Bağdat, Basra, Belh, Şam, Nişabur gibi zamanının en büyük ilim merkezlerinde ilim tahsil etmeye devam etmiş, eğitimini tamamladıktan sonra yine çeşitli ilim merkezlerin de hadis ve İslami ilimler alanında dersler vermeye başlamış. 870 yılında Semerkant’ta vefat etmiştir.

Türbe içinde bulunan müzeyi gezmeyi başladık. İlk bölüm buraya çeşitli ülkelerden hediye edilen Kuran-ı Kerimlerin bulunduğu bölümdü. Bu Kuran-ı Kerimler arasında Recep Tayyip Erdoğan’ın müzeye hediye ettiği Kuran-ı Kerim de bulunmaktadır.

İkinci kısım şimdiki cumhurbaşkanları Şevket Mirziyoyev’in kurduğu İmam-ı Buhari Hadis Okulu. Bu bölümde bir Özbek Ressam tarafından hikaye edilen İmam-i Buhari’nin hayatını gözlemledik. İmam-ı Buhari çocukluğundan itibaren özel seçilmiş bir kişi olarak (Sanki bu dünyaya gelmesinin tek sebebi peygamberimizden nakledilen hadisleri toplamak) hayatı boyunca 600000 hadis incelemiş, bunlardan 7000 tanesini kitabına almış. Bu hadisleri toplamak için Mısır, Arabistan dahil pek çok ülkeye gitmiş. Çizilen bu resimlerden birinde Bağdat'ta hadis konusunda imtihana çekilmesi, bir resim de de hadis dersinde bütün öğrenciler not alırken o sadece dinliyor. Burada ressam onun müthiş bir hafızaya sahip olduğunu göstermiş. Sonra tadilatta olan camide 2 rekat mescit namazı kılıp ufak bir satış bölümünden geçerek Buhari turumuzu tamamladık. Bütün ömrünü İslam’a hizmet için harcamış büyük alim İmam-ı Buhari nurlarda yat.

     

Şimdi gece gittiğimiz yere öğlen yemeği için gidiyoruz. Çorba, Özbek mantısı ve çok güzel bol fıstıklı krokanlı ve kremalı pasta yedik. Yemekten sonra hiç vakit kaybetmeden Nakşıbendi tarikatına mensup büyük veli Ubeydullah Ahrar’ın dergahına gidiyoruz. Ubeydullah Ahrar Taşkent in Bağıstan köyünde 1403 yılında doğmuş.1490 da Semerkant ta vefat etmiş. Dergah ziyaretimizi yapıp namazımızı kıldıktan sonra otobüsle dergahtan ayrıldık.

Otobüsten dışarı bakarken gözlemlerimi size anlatmak istiyorum.

Eski Konya’da Meram’da kaldırımla cadde arasında su olukları olurdu. Burada da aynen bu su oluklarından var. Bu durum bana çocukluğumun Konya’sını hatırlattı.

Yollardaki Chevrolet marka araçlar da dikkatimi çekiyor.2011 yılında çok sayıda chevrolet cobalt marka otomobil piyasaya sürülmüş.

Gençler şehir merkezlerinde dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi aynı tarzda giyiniyorlar Şehrin banliyölerin de ise kendilerine özgü kadife üzerine parlak taşlı kıyafetler giyiniyorlar.

Şimdi bir kağıt fabrikasına gidiyoruz. Yüzyıllar önce Semerkant’ta esir düşen Çinliler bizi bırakın size ipek kağıt yapımını öğretelim demişler. Bu fabrikada dut ağacının dalından ipek kağıt üretiliyor. Dut ağacının dallarının kabukları bir bıçak yardımıyla soyulup dallar inceltiliyor. Suda haşlanıyor. Haşlanan kısımlar su değirmeninin çalıştırdığı tokmaklarla un haline getiriliyor. Bu un su içine alınıp filtreden geçiriliyor. Preslenip kurutma işlemine alınıyor. Bu işlemler sonucunda ipek kağıt elde ediliyor. Bu kağıtlara 700-800 sene önce dahi yazılan yazılar silinmiyormuş. İşte buna Semerkant kağıtı deniyor. Çok güzel bir ortamdı. Bu küçük sevimli fabrika etrafı yeşillik şırıl şırıl akan bir derenin kenarında. Bu ortamda bize yeşil çay ikram ettiler. Konya Mevlana şekerine benzer bir şeker eşliğinde çayımızı içtik. Bu çayla bayağı yeşil çaya alıştığımı hissettim.

     

Bu güzel ortamı bırakıp Emir Timur un torunu Mirza Uluğ bey tarafından yapılan Rasathane ye geldik. Uluğ bey'in yıldızlarla uğraşması çevresi tarafından tepkiyle karşılanmasına sebep olmuş. Bu uğraşı maalesef onun sonu olmuş. Rasathane’nin üst kısmı yok edilmiş, alt kısmı kalmış. Biz bu kısmı ve müzeyi ziyaret ettik. Güzel bir müze.1430 yılında bu müzenin müdürlüğünü ünlü astronom Ali Kuşçu yapmış. Uluğ beyin öldürülmesi üzerine kaçarak Fatih Sultan Mehmet in emrinde çalışmaya başlamış. Bu rasathane İslam dünyasının en büyük rasathanesi Meraga'dan sonra ikinci büyük rasathane. Rasathane de kullanılan aletlerin bazıları bizzat Uluğ bey tarafından yapılmış. Burada Emir Timur'un fethettiği ülkeler ve soy ağacını gösteren belgeler de mevcut. Onun soyundan gelen Babür Şah Hindistan da Babür Şah imparatorluğunu kurmuş.

          ​​​​​​

Rasathaneden çıkıp öğlen yemeği için daha önce gittiğimiz restauranta gittik. Yemekte Mantı çorbası, et ve patates yemeği ve portakallı kek vardı. Namazlarımızı kıldıktan sonra Buhara’ya gitmek üzere Semerkant tren istasyonuna geldik. Buhara’ya giden hızlı tren’e saat 21 de bindik. 

Copyright www.leylakent.com her hakkı saklıdır.
photo
Bize Yazabilirsiniz
* Lütfen boş alan bırakmayın.