Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
banner
banner
banner
HOŞ GELDİNİZ!

Yazar, Seyyah Leyla Kent, Leyla Kent

Aşağı Kaydır
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kitap Yazarı
  • Email:
    kentleyla@yahoo.com
  • Adres:
    İstanbul / Maltepe

29.04.2023

Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent

Buhara’ya giden hızlı tren’e saat 21 de bindik. Saat 23 civarı Buhara da olacağız ve Buhara'ya -2 derecede karlar altında indik. Otobüsümüze binip otele gittik. Sabah kalktığımız da şehir karlar altındaydı. Hava çok soğuk. Yanım da ne getirdiysem hepsini üst üste giydim. Yine kendi kendime söylendim. Bu havada niye buraya geldik. Daha güzel bir hava da gelebilirdik. Bu güzel yerleri daha güzel bir havada gezebilirdik.

   

Ve Buhara’yı gezmeye başladık.4 minareli (Çar Minar) medrese halk arasındaki adı ile Buhara’nın Tac Mahali, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınmış.1807 yılında yapılan medreseyi dışardan görüp fotoğraflarını çektik.

Bu arada ufak bir köpek bizi takip etmeye başladı. Açtır diye bisküvi verdim. Ama yemedi. Herhalde bu köpekçiğe birileri bakıyor.

Yürüyerek 3000 yıllık Ark kalesinin önüne geldik. Buhara, 1920 yılında Rusya’nın eline geçene kadar kale olarak kullanılmış. Ark kalesinin iki kapısı bulunmakta. İçeriye girmedik. Şehir güzelliği ve düzenliliği ile hemen dikkat çekiyor. Bu arada hava çok sisli,görüş alanınızı bayağı bir kısıtlıyor.

Şimdi 10.yy da ilk Müslüman devletinin sultanı olan İsmail Samani adına yapılmış Samani türbesindeyiz. Bence İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Yapı orijinal, restore edilmemiş.

            

Şu anda hava daha da soğudu. Tam ne yapalım derken karşımıza küçük bir kafe çıktı. Grup olarak hemen içeri girdik. Sobanın başına oturduk. Gelen sıcak çayları içtik birazcık ısındık. Oradan ayrıldıktan sonra ufak bir halk pazarına gittik.

       

Burada kuruyemişler, etler, tavuk etleri, bisküvit, çeşit çeşit meyveler satılıyor. Biraz dolaştıktan sonra gruptan bir arkadaşla küçük bir dükkana girdik. Dükkanı genç bir çocuk ve annesi çalıştırıyor. Çocuk hemen iki tabure verip bizi oturtturdu. Tam karşımıza ısınmamız için elektrik ocağını yaktı. Çok güler yüzlü bir çocuk. Tacikmiş ama biz Türk’üz diyor. Çıkarken biraz para vermek istedik. Almak istemedi ama zorla verdik. Ne kadar karnı gözü tok insanlar.

Kedileri çok sevdiğim için her gittiğim yerde etrafta kedi var mı diye dikkat ederim. Ama pazarda 2-3 kedi gördüm. Burada dikkatimizi en çok çeken kadınların nerdeyse hepsinin ağzında altın diş olması. Pazarı gezerken vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Bir de baktık ki saat bir olmuş.

Öğle yemeği için önceden yer ayırtılmış güzel bir restauranta gittik. Çorba, pancar salatası ve tabii ki çok güzel bir Buhara pilavı yedik.

   

Yemekten sonra şehri gezmeye devam ediyoruz. Lyabı hauz(gölet) Buhara’nın en büyük havuzu ve bu göletin etrafında Buhara emiri Kuli hanın amcası Nadir Divan bey medresesi ve tekkesi, yakınında Buhara nın en eski medresesi Kukeldaş medresesi ve de yüksek, kalem işi işlemeli ahşap sütunlu restorasyonda olan Bolo Havuz cami  ile çok güzel yapılar topluluğu var. Buraları gezerken sanki o binaların yapıldığı yüzyılda gibiyiz. Nadir Divan Bey bu medreseyi yaptırmaya karar verdiğinde çok büyük bir zorlukla karşılaşmış. Bu arsanın sahibi Yahudi bir kadınmış. Hiç bir şekilde toprağını satmak istememiş. Uzun görüşmelerden sonra bir şekilde razı olmuş. Sinagog yapılmasını istemiş. Yahudi Mahallesinde (Mahalli Kuma) bir sinagog yapılması için arsa verilmiş ve Buhara’nın ilk sinagogu yapılmış.

   

Burada karşımıza Nasrettin Hoca heykeli çıkıyor. Özbeklerin deyimiyle Nasrettin Hoca Efendi. Özbekistan da Nasrettin Hoca’nın Buhara doğumlu olduğuna ve ağzında dişi ile doğduğuna inanılıyormuş. Buradaki Nasrettin Hoca heykeli bizim Nasrettin Hoca heykellerine benzemiyor. Bizim Nasrettin hoca kocaman kavuğu, bol şalvarı, yine üstündeki bol kaftanı ile daha topluca, ufak tefek, tonton sevimli bir tip. Ama buradaki Nasrettin Hoca heykeli bana pek bir sevimsiz gözüktü. Bu heykelde başında sargı, üzerinde vücuduna oturan bir kaftan, paçaları yukarı sıyrılmış şalvar, çekik gözlü, zayıf, ince uzun bir tip nerdeyse eşek üzerinde ayakları yere değiyor. Yani bizim Nasrettin Hoca ile ilgisi yok. Biraz da bu duruma şaşırdım. Nasrettin hoca sadece bizde değil Türk dünyasının çok benimsediği bir isimmiş. Sadece bizde, Özbekistan da değil Türkmenistan da, Azerbaycan da, Kırgızistan da, Kazakistan da çok bilinen bir isim ve Türk dünyasının ortak halk kahramanı. Hepsi onun kendinden biri olarak kabul etmiş. Yüzyıllardır fıkraları halk arasında dilden dile anlatılarak bugünlere gelmiş.

Şimdi Lyab-i hauz kompleksi içinde yer alan buranın en eski camisi Magok-i Attari camiindeyiz.9-10.yy.da bir Zerdüşt tapınağı üzerine inşa edildiği rivayet edilmekteymiş. Cami şu anda halı müzesi olarak kullanılmakta.

Buraya yakın tarihi bir çarşının içinden geçip karşılıklı birbirine bakan Uluğbey ve Abdülaziz bey medreselerinin bulunduğu yere geldik. Bunlara Farsça koş yani çifte medrese denilmekte. Uluğbey 15.yy da diğeri ise 17.yy.da yapılmış. SSCB zamanında çok zarar gördüğü için halen tadilat işlemleri devam ediyor.

      ​​​​​​

 

Gezimize devam ediyoruz. Şimdi Kalan cami ve Kalan minaresinin olduğu yerdeyiz. Kalan caminin minaresi.45.6 m yüksekliğinde taban da 9 m üstte ise 6 metre çapında. Karahanlı hükümdarı Muhammed Arslan Han tarafından inşa edilmiş. Cengiz Han etrafındaki bütün yapıları yok ettiği halde bu minareden çok etkilenmiş ve ona dokunmamış. Cengiz Han’ın önünde eğildiği minare olarak biliniyor.20.yy kadar idam mahkumları bu minareden atılıp idam ediliyormuş.

Kalan Cami Mir-i Arab Medresesinin karşısına inşa edilmiş. Mir-i Arab Medresesi 1530-1536 yıllarında Şey Abdullah Yemeni adına yaptırılmış bir medrese. Sovyetler zamanında tek açık kalmasına müsaade edilen medreseymiş. Recep Tayyip Erdoğan 2018 yılındaki Özbekistan ziyareti sırasında Mir-i Arab medresesinde Kuran-Kerim okumuş.

   

Bu bölgedeki gezimizi tamamladıktan sonra bir otele bizim için özel hazırlanan Özbek folklorik gösterisi ve defileyi seyretmek üzere gidiyoruz. Çok güzel bir gösteriydi. Folklorü biraz Azerbaycan müziğine ve folklorüne benziyor. Kızlar incecik, güzel, seçilmiş Özbek kızlarıydı. Defile de sergilenen kıyafetler modernize edilmiş otantik kıyafetler. Hepsi birbirinden güzeldi. Sonra akşam yemeği için otele geçtik. Yemekte kabak çorbası, balık ve tatlı vardı.

 

Bugün Şah-ı Nakşıbendi Hazretlerinin türbesine gidiyoruz. Şah-ı Nakşıbendi’nin doğumundan 100 yıl önce bu topraklar Cengiz Han’ın istilasına uğramış. Her tarafı yakmış yıkmış. Halbuki 12.yy İslam medeniyetinin en parlak yılları iken 13.yy da ki bu istilayla İslam medeniyetine büyük bir darbe vurulmuş. İslam dünyası için büyük bir felaket olan bu istila Semerkant ve Buhara da büyük bir yıkıma sebep olmuş. Şah-ı Nakşıbendi hazretleri Buhara’nın Moğol istilasından sonra 1318 yılında doğmuş. Hacegan tarikatı şeyhlerinden ders alan Nakşıbendi daha sonra kendi tarikatını kurmuş. Şah-ı Nakşıbendi nin dest be-kar, dil be-yar (El işte, gönül sevgilide) sözü meşhurdur. Öğrencisi ve halefi Alaaddin-i Attar, Şah-ı Nakşıbendi’nin çok sayıda keramet sahibi olduğunu aktarmıştır. Rehber bu bilgileri verdikten sonra bazıları Şah-ı Nakşıbendi türbesinin ihtişamı karşısında sanki bu durumun kendi isteğiyle olduğuna dair bir takım sözler edince, rehber mezarın yanındaki eklemelerin sonradan yapıldığını belirtmek zorunda kaldı.

Buhara bu haliyle sanki bir açık hava müzesi gibi. Bu topraklar nice alimler yetiştirmiş. Bunlardan biride İbn-i Sina, Buhara'da doğmuş, Türkistan da Farab da doğan Farabi’nin ise eğitim aldığı yerlerden biri de Buhara’dır. Harezm’de doğan El-Biruni de ilim şehri olan Buhara da çeşitli bilim adamlarıyla çalışma ortamı bulmuş. El-Biruni Amerika kıtasının varlığını bilmeden yaptığı hesaplarla Amerika’nın varlığını keşfeden bilim adamı özelliğini de taşıyor.

Şah-ı Nakşıbendi türbesinde rehberimiz yasin okudu. Grup olarak onu dinledikten sonra mescitte iki rekat namaz kıldık. Mescitte tasavvufluğun derecesini güzel bir levha vardı.

1.İlm-ül yakın (ilimle bilmek; denizi görmediği halde varlığını bilmek)

2.Ayn-el yakın (gözle görerek bilmek; denizi gidip görmek)

3.Hakk-ul yakın (her şeyi ile bilmek; denize girip yüzmek)

Mutasavvıfların en korktuğu şey denizde boğulmaktır.

Yanındaki Nakşıbendi hazretlerinin hocası Seyyid Emir Külal hazretlerinin türbesini ziyaret edip dua ederek ayrıldık.

Buhara ziyaretimizi tamamlayıp Hive’ye gitmek üzere tren istasyonuna geldik. Yiyecek olarak kumanya dağıtıldı. Trenle 5.5 saat sürecek yolculuğumuz başladı.

Dünya’nın en büyük çölleri arasında yer alan Kızılkum (Karakum) çölünden geçiyoruz. Seyhun(Siriderya) ve Ceyhun (Amuderya) nehirleri arasında kalan bir çöl. Arazi çorak, kayalık, makilik. Ceyhun nehrinden geçip Harezm ilinin yönetim merkezi olan Ürgenç şehrine geldik. Burada inmeyeceğiz. Buradan doğruca Hive’ye gideceğiz. Ürgenç ile Hive arasında yol boyunca fabrikalar sıralanmış. Bunlardan biri pamuklu iplik fabrikası.

Hava kararmaya başladı. Nihayet masal şehir Hive’ye gelebildik. Hava çok soğuk ama kar yok. Otobüsümüze bindik. Otele doğru yola çıktık. Bu arada rehber bizi Hive konusunda bilgilendirmeye çalışıyor. Hive Hz. Nuh un oğlu Sam tarafından kurulmuş  Harezm vilayetinde eski bir vaha kent. Tarihi İpek yolu üzerinde olan şehir 1990 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınmış. Hive topraktan yapılmış iç içe iki surun çevrelediği bir şehir. Surlar 5-6 m genişliğinde 10 m yüksekliğinde. Dış surun çevrelediği halkın yaşadığı kaleye Dışhan kale, iç surun çevrelediği soyluların ve öğrencilerin yaşadığı kaleye İçhan kale deniyor. Bu topraklara İslamiyet Araplar tarafından getirilmiş.1512 yılında Hive(Harezm) hanlığı kurulmuş. Bu hanlık 1873 de ise Rusya tarafından işgal edilip Rus egemenliğine girmiş.1924 yılında ise Harizm toprakları Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan cumhuriyetleri arasında paylaşılmış. Hive ise Özbekistan toprakları içinde kalmış.

Otelimize geldik. Eşyalarımızı odamıza koyup akşam yemeği için otelin retaurantına indik. Yemek tatlı kabak ağırlıklıydı. Yani kabak çorbası, kabak mantısı, kabak böreği. Tatlı kabağı pek sevmediğim için yemeği de sevemedim. Şu anda otel çok soğuk. Isıtma sisteminde bir problem varmış. Odalarımıza çekildik ama problem halledilemedi. Turumuz bunun üzerine hemen başka bir otel ayarladı. Otelimiz kale içinde güzel bir otel. 

İçhan kalede tek bir yeni yapı bulunmamakta. Dış kalenin 10, iç kalenin 4 kapısı bulunmakta. Bu kapılar Ana kapı, Taş kapı, Bahçe kapı, Buhara kapısı. Surların uzunluğu 10 km. Rehberimiz ilginç bir bilgi verdi. Kalenin dış kısmında ölen bir kişiyi kalenin içindeki mezara almıyorlarmış. Eğer sevilen bir kişi ise kale dışındaki tümsek kısma gömüyorlarmış.

Sıcaklık bu arada -6 C ama kar yok. Çok soğuk. İçhan kaleye batı kapısı(ana kapı)n'dan  girdik. Toprak renginin hakim olduğu bölgede sanki bir zaman tünelinden geçerek girdik. Geçmiş çok güzel korunmuş. Sağlı sollu hediyelik eşyaların satıldığı yerden geçtikten sonra tam karşımızda Muhammet Emin Han (Hive hanı) medresesi ve önünde Kalta minör minaresi yer alıyor. Yapı 1850 yılında yapılmış. Han bu minareyi çok yüksek (70 m) yapılması için tasarlamış ama Ruslar tarafından öldürülünce inşaatı tamamlanamamış. Şimdi yarım kalan bu minare kalenin simgesi olmuş.

Yürümeye devam ediyoruz. Biraz ilerde yer alan Kohna (Köhne) Ark sarayına geliyoruz. Bu eski sarayın içinde Han’ın kabul ofisi, iki cami, yatak odaları, ahır gibi yapılar yer alıyor. Şehirdeki en eski yapı ise 14.yy dan kalma Said Alaattin Türbesi, biraz ilerde turkuaz renkli kubbesi ile dikkati çeken şair ve yazar Pehlivan Mahmut Türbesi. Pehlivan Mahmut, Said Alaattin in öğrencisi. İran ve Hindistan da güreş müsabakalarına katılmış, hiç yenilmemiş. Kazandığı paraları yetimler ve yoksullar için harcamış. Pehlivan Mahmut türbesi evlenecek çiftlerin dua etmek için geldikleri bir mekan. Burada her an karşınıza bir damat, gelin çıkabiliyor. Böyle bir gelin-damat arkadaşları ve akrabalarına rastladık. Bize yerel oyunları ile çok güzel bir gösteri sundular.

Hive’nin en önemli yapılarından biri Cuma camisi; 10 yy da inşa edilmeye başlanmış hepsi birbirinden farklı 213 ahşap sütun yer alıyor. Çeşitli zamanlarda eklemeler yapılmış en son yapılan eklemeyle 18 yy da tamamlanmış güzel bir cami. Şu anda kullanılmıyor.

Gaspıralı İsmail bey’in fikirlerinden yola çıkılarak genç Hivelilerin İsmail bey önderliğinde Cedid hareketi içinde açtığı mektebi gördük. Mektebin adı Yangi(Yeni) Usul Mektep (Usul-i Cedid Mektepleri). Dilde, fikirde, işte birlik parolasıyla açılan bu okullar Türklüğe ve İslam’a tekrar yönelerek Türk Dünyası için uyanışın merkezleri olmuşlar. SSCB, Çarlık Rusyasında başarılı olamayan Nikolay İlminski’nin metodunu kullanarak Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları çoğaltarak sanki ayrı bir dilmiş kullanılmalarını sağlamış, Türkleri böl ve yönet taktiğini uygulamış. Gaspıralı İsmail bey ise bütün ömrü boyunca Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları en aza indirerek ortak bir Türkçe oluşturmaya çalışmış kısmen de başarılı olmuş ama SSCB’nin gelmesiyle bu düşüncesi yarım kalmış.

Hive’de doğmuş en ünlü tasavvuf alimlerinden biri de Necmettin Kübra’dır. Kendisi Kübreviye tarikatının kurucusudur. Moğol işgali sırasında Ürgenç’te şehit olmuştur. Türbesi Ürgenç’te dir.

Burada doğan en ünlü bilim adamlarından biride surların dışında heykeli bulunan cebir ve algoritmanın kurucusu ve aynı zamanda sıfırı bulan El-Harizmi.

Yine buradaki kabirlerden biride Hive hanlarından Allahkulu Muhammet Bahadır Han’ın kabri. Onun devri en iyi devirlerinden biriymiş. Onun 19.yy da yaptırdığı saray da şu anda resterasyon çalışması devam ediyor. Ahşap işlemeli harika bir yapı. Adı Taş Avlu Sarayı.

Şu anda öğlen ezanı sesi duydum.2017 den beri ara verilen ezan tekrar hoparler den okunmaya başlamış. Öğle yemeğini bugün tipik bir Özbek ailenin evinde (Zerefşan’ın evi) yedik. İki masa hazırlamışlar. Ayakkabılarımızı çıkarıp eve girdik. Çok güzel salatalar, patatesli çiğ börek, köfteli krep, turtadan bir yemek ikram ettiler. Evin hanımına teşekkür ettik. Tipik Özbek kıyafetleri içinde elli yaşlarında bir hanımdı.

Oradan çıktıktan sonra yine orada bulunan bir binanın dik merdivenlerinden çatısına çıkıp şehri kuşbaşı seyrettik. İlkten merdivenler dik olduğu için çıkmak istemedim ama rehber çıkarsınız diye beni teşvik etti. İyi ki de çıkmışım manzara çok güzel. Şehir tam bir ortaçağ Türk-İslam şehri.

Burada daha fazla sayıda kedi gördüm. Kediye pisi pisi dediğimde bakmadı. Oradan geçen kızlar gülerek kıs kıs diyeceksiniz dedi. Evet kıs kıs dedim ve gerçekten kedi yanıma geldi.

Otele gelip oradan akşam yemeğine geçtik. Yemekte içi yumurtalı, etli, ıspanaklı Özbek mantısı yedik. Oranın sahibi bayan ve torunlarından oluşan grubu birlikte folklorik bir gösteri sundular.

Ertesi gün son günümüzde gruptaki üç arkadaşla beraber tekrar İçhan’ı gezdik. Rus çarı II. Alexandr’ın 1876 yılında Hive Hanı Muhammed Rahim han II ye hediye ettiği faytonu taş avluda gördük. Sonradan öğrendiğime göre Rahim han 1873 yılında Rusya himayesine girmiş. Rus himayesine girmenin ödülü mü bu fayton bilmiyorum.

Öğle yemeği için tekrar Zerefşan’ın yerinde yine çok güzel bir yemek yedikten sonra gezmeye doyamadığımız Hive yi baştan dolaşıp sonra surların dışına çıkıp eve götürmek için buraya özel ekmekten aldık. Akşam yemeğini yine aynı yerde doyasıya Özbek pilavı yiyerek tamamladık. Akşam karanlığında İçhan kale masalsı bir havaya büründü. Burada yaşayanlar (yaklaşık 3000 kişi) birer, birer tek katlı kerpiçten evlerine çekildiler. Sadece pencerelerden sızan ışıklar orada birilerinin bulunduğunu söylüyor. Ve yavaş yavaş yürüyerek surları terk edip otele geldik. Eşyalarımızı otobüse yerleştirip Ürgenç havaalanına geldik. Özbek Hava Yolları ile Taşkent e gideceğiz. Uçak korkumdan dolayı biraz Özbek Hava Yolları ile ilgili endişem vardı. Ama rehberimiz beni yatıştırdı. Hiç korkmayın hava yollarımız çok iyi dedi. Gerçekten söylediği gibi çok rahat bir yolculuktan sonra Taşkent e geldik. Taşkent’ten THY uçağı ile gece 3.25 de İstanbul da olacağız. Yine güzel bir seyahatin sonuna geldik. İyi ki bu seyahati yapmışım.

 

 

 

 

Copyright www.leylakent.com her hakkı saklıdır.
photo
Bize Yazabilirsiniz
* Lütfen boş alan bırakmayın.