Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
banner
banner
banner
HOŞ GELDİNİZ!

Yazar, Seyyah Leyla Kent, Leyla Kent

Aşağı Kaydır
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kitap Yazarı
  • Email:
    kentleyla@yahoo.com
  • Adres:
    İstanbul / Maltepe

06.05.2024

Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent

FAHRETTİN ERDOĞAN’IN TÜRK ELLERİNDE HATIRALARIM KİTABI ÜZERİNE

                                                            BİR ÇALIŞMA

Bu kitapla, Geçmişin Sesi adlı kitabımı yazarken tanıştım. Kitabımda isimleri geçen akrabalarımla ilgili araştırmalar yaparken Hayriye halamın kayınpederi Karslı Mustafa Uğurlu’nun ismine bu kitapta rastladım. Kitabın yazarı Fahrettin Erdoğan, Mustafa Uğurlu amca ile 1916 yılında karşılaşmalarını kitabın 150. sayfasında Bakü ve Azerbaycan’da gördüklerim kısmında paylaşmış. Bu ilginç kısma kitabım da yer verdim.

Kitabımı yazarken bu kitabı tam anlamıyla inceleyememiştim. Sonra kitabı tekrar gözden geçirmeye karar verdim.

Kitapta dikkatimi çeken detayları sizlerle paylaşmak istiyorum. Kitap Kültür Bakanlığı tarafından 1998 yılın da yayınlanmış ama böyle değerli bir hatırat için iyi bir editörlük ve redaksiyon çalışması yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kitabın bütünlüğünü bozmadan, yazarın yazdıklarına sadık kalarak, daha düzgün, anlaşır bir dille, imla kurallarına uygun, noktalama işaretleri yerli yerinde, paragrafları uygun yerlerde kullanarak bir düzeltme yapılabilirdi ama yapılmamış ya da yapılamamış.

Bu şekilde yayınlanmış olsa da kitap, I.Dünya ve Kurtuluş savaşında doğuda yaşananları bizzat bunları yaşayan yazarımız Fahrettin Erdoğan tarafından dile getirilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Batıda yaşananlara dair elimizde pek çok eser olmasına rağmen doğuda yaşananlarla ilgili olanlar ise az sayıdadır. Benim ailem doğudan geldiği için o taraflarla ilgili yazılan eserler daha çok ilgimi ve dikkatimi çekmektedir.

Kitabın başından sonuna kadar ilgimi çeken bölümleri sizlerle paylaşmak istedim.        

Yazarımız kitabın başında ben Divriği’nin Yağıbasan köyünün ilk halkındanım, eski aile adımız Pirzadelerdir diye başladığı halde sonra kitabın hiçbir yerinde Sivas-Divriği’nden bahsetmemektedir. Kitabın daha sonraki bölümlerinde Sarıkamışlı olduğuna dair bilgiler yer almaktadır. Bu nasıl olabilir derken Kutluay Erdoğan tarafından yazılan Kars ve Ardahan Türkmenlerinin dünü ve bugünü diye bir çalışmaya rastladım ve bu işin sırrını çözdüm. Çalışmada şu bilgiler yer almaktadır.

Kars Türkmenleri Divriği’den geldiklerini ve yalnız olmadıklarını, çevredeki köylerin de Türkmen kökenli Alevi olduğunu; ayrıca Divriği yöresindeki Yağbasan, Karaçayır, Dölbentli, Akpınar, Tiğnis, Ağyar gibi birçok köy adlarını Kars yöresinde yerleştikleri köylere vermiş olduklarını bildirirler. Zaten kendilerinin yaşayışlarından Sivas - Divriği yöresinden geldiklerini ifade ederler.

Kars Türkmenlerinin büyük çoğunluğu tahminen 100-150 yıl önce Divriği yöresinden Osmanlı Devletinin güvenlik amacı ile şahlık yöresine gönderdikleri Türkmenlerdir. Kars’ın Selim, Sarıkamış ve Kağızman ilçelerinde çeşitli köylere yerleşmişlerdir. Bu insanların sözlü kültür içinde İran - Horasan’dan daha dün gelmiş gibi menkıbeleşen yaşantılarını anlata anlata diri tuttukları görülmektedir. Bu bölgedeki Türkmenler önceleri Divriği’de konaklayıp daha sonra Kars’a gelişleri ve hangi yerlerde yerleşmek için ortam aradıklarını, meclislerinde menkıbeleşerek anlatmışlardır denilmektedir.

Yine aynı çalışmada yazarımız ve ailesine ait bilgiler de yer almıştır.

Hacı Bektaş Velî’nin kardeşi Menteş’in oğlu Musa, babadan yetim kaldığı için önceleri Hacı Bektaş Dergâh’ında yetiştirilmiş ve on birinci postta yer almış, daha sonra “On İki Hizmet”ten sofracı olarak görev yapmıştır. Onu takip eden evlatları Balım Sultan’dan itibaren tarikat usulüne göre çile çekerek “Karakazan” kaynatarak halifelik makamına erişmişlerdir. Divriği’nin Alan Köyü’nden göçerek Sarıkamış’ın Asbuğa Köyü’ne yerleşen Abdülaziz Ağa’ya Hilafetname verildiği gibi oğlu İsmail Hakkı Halife’ye de 1897 yılında Hilafetname verilerek halifelik mertebesine erişmişlerdir. Ellerinde Osmanlı Sultanlarından verilme temlikname ve fermanları vardır. Bu soydan gelenlerin torunları topluma hizmette geri kalmamışlardır. Pirzadelerden Fahrettin Bey Cenub-i Garbi Kafkas Cumhuriyetinin ilk kurucusu olmuş, dışişleri nazırı iken mücadelesini Kazım Karabekir ile birlikte sürdürmüş ve Kars’ın alınarak Türkiye’ye iltihakı ile Kars’ın ilk valisi ve Kars Milletvekili olarak I. dönemde yer almış ve hizmet etmiştir.

Bu bilgilerden sonra Kitaba devam edersek; Yıl 1892dir ve Yazarımız Fahrettin Erdoğan İstanbul’dadır. Şahit olduğu olayları anlatmaktadır. Ruslar doğu illerimizde her zaman olduğu gibi bir Ermenistan kurma hayali peşindedir. Hem doğudan hem batıdan Osmanlıyı çember altına almaya çalışan Rusya’nın bütün amacı Osmanlı toprakları üzerinden sıcak denizlere ulaşmaktı.

Yazarımız da İstanbul’dan Bulgaristan’ın pek çok Türk’ün yaşadığı Burgaz’a gider. O zamanlar Burgaz’da ticaretle uğraşanlar büyük çoğunlukla Yahudi ve Rumlardır. Bunun yanı sıra anne tarafımdan bir Konyalı Yörük olarak Burgaz’da dikkatimi çeken hububat işi ile uğraşan Amucalar adı verilen bir grup Türk’ün bulunması. Konya yöresinin kıyafetlerini giyinen Amucalar Kanuni zamanında İç Anadolu ve özellikle Konya’dan gelen Yörük Türkmen aşiretleridir. O tarihlerde Amucular nerdeyse Burgaz bölgesinde ticareti ellerinde bulunduran tek Türk grubudur.

Daha sonra Kırım Tatarlarının yaşadığı Romanya’ya giden yazarımız 1897 de Karadeniz sahilleri boyunca giderek Rus işgali altında bulunan Batum’a oradan Artvin ve sonunda memleketi Kars-Sarıkamış’a ulaşıyor. Yazarımızın memleketi olan Sarıkamış benim için de çok özel bir yere sahip. Hem babamın doğduğu yer, hem de çalışma hayatına ilk başladığı yer. Babam 1928 de dedemin memuriyeti sırasında Sarıkamış’ta doğmuş ve ilk aile kütüğümüz Sarıkamış-Erenler mahallesindeydi.

93 Harbinden sonra Berlin antlaşması ile Kars, Batum ve Ardahan Ruslara bırakılmıştı. Rusya Müslümanlara ilk beş sene içinde mallarını, mülklerini satıp Türkiye’ye gidebilirler derken bu süre sonunda bu toprakların tamamen Rus toprağı olacağını yönetimin de tamamen Rusya’ya geçeceğini bildirince Türkiye’ye doğru büyük bir göç başlamış. Rusya işgal ettiği bu topraklarda Türklerin ellerindeki arazileri yüksek fiyata alıp Türkleri özellikle göç etmeye teşvik ederek boşalan topraklara Türkiye’den gelen Rum ve Ermenileri yerleştirmeye başlamıştı. Amaç doğu illerini Türkiye’den koparıp Ermenistan’ı kurarak oradan Musul Petrollerine ulaşmak, oradan da Basra körfezi vasıtasıyla Hindistan’a ulaşmaktı. Bu amaç için Ermenilerin, Ermenistan kurma hayallerini kullanmaktan çekinmemişlerdir. Rusya’dan cesaret alan Ermeniler Kars’ta yol kesme, zenginlerin evlerini basıp soymak, Türkçüleri öldürmekten çekinmiyorlardı. Kars’ın yerli Ermenileri ise bu olaylara karışmamaya çalışıyorlardı ama bir yandan da Ermeni komitacıların tehditlerine maruz kalıyorlardı.

Rusya’nın bu siyasetlerini fark eden, bölgedeki Türklerin ileri gelenleri, köylere giderek insanları para için topraklarını, vatanlarını bırakmamaları konusunda ikna etmeye uğraşıyorlardı.

Kitaptaki halkı ikna etmek için kullanılan şu cümleler dikkatimi çekti;

Vatanını ve mukaddesatını bırakıp kaçmak hiçbir Türk’e yakışmaz ya kanımızı burada dökerek ölülerimizin yanında kalır veyahut vatanımızı da beraber alıp götürürüz. Yoksa birkaç kuruş Rus parasına tamah ederek toprağını satmak ve kaçıp gitmek Türk şanına yakışmaz.

Bu sözler üzerine oradaki pek çok Türk, topraklarını terk etmekten vazgeçmiştir.

Rusya daha önce gönüllülük esasına dayanan askerliği 1 Ocak 1874 te zorunlu askerlik kanunu çıkararak Rus imparatorluğuna bağlı bütün bölgelerden zorla asker toplamaya başlamıştı. Benim ailem gibi, 93 harbi sırasında, Rus ordusuna dahil olup Osmanlı ile savaşmak istemeyenler Revan’dan ya da işgal altındaki diğer Türk topraklarından ölümü göze alarak Osmanlı topraklarına geçerler.

Ailem, diğer pek çok aile gibi, Kars’ın Rus işgal altında olmasından dolayı zor şartlar altında yolculuk yaparak Erzurum-Hasankalesi’ne ya da daha iç taraflara göç ederler.

İşgal altındaki Kars’ta Rusya’nın askeri ve siyasi faaliyetlerini gözlemlemek, bölge halkının haklarını korumak için 1879 yılında Kars şehbenderliği(konsolosluğu) kurulur. Şehbenderlik 1914 yılına çok önemli görevler yerine getirmiş, elde ettiği bilgilerle, hazırladığı raporlarla tam anlamıyla istihbarat görevini yerine getirmiştir.

Yazar o tarihlerde Kars’ta Maarif ve Panislamizm cemiyeti olduğunu söylemekte. Gizli olarak çalışan Panislamizm cemiyeti sonradan Pantürkizm cemiyetine katılmış bölgedeki Türkleri bir araya getirme amacı gütmüştür. Bu faaliyetlerden haberi olan Rusya Kars ta askeri gücünü artırmış, konsolosluk üzerinde kontrolünü sıkılaştırmıştır.

Rusya işgal ettiği Kars ta halka kendini sevdirmek için bazı özel kanunlar çıkarıyor. Türklerden 50 yıl boyunca asker almayacaklarını söylerken Türkiye’den gelen Ermeni ve Rumları ise askere alıyorlar. Osmanlı mahkemeleri yönetim Rusya da olmak kaydıyla Kars ta 50 yıl boyunca Türklerin davalarına bakabilecekti. Halkı bölmek amacıyla biri Sünnilerin, diğeri Şiilerin olmak üzere iki müftülük oluşturulmuş, her iki mezhebe ayrı ayrı camiler tesis edilmişti. Çok az vergi alınırken tarımdan ve hayvanlardan hiç vergi alınmıyordu. Aslında bütün topraklar Rus hazinesine geçirilmişti. Kendilerince oranın ileri gelen aşiret reislerini yılda bir defa Tiflis de ağırlayıp yedirip içiriyorlardı. Bütün bunlara rağmen Türkler hiçbir zaman Hilafete bağlılıklarını bırakmamışlardı.

Yeni tayin edilen Askeri vali Domiç, köylerden muhtarları yanına çağırmış, onlardan köylerinde Rus okulları açılmasını, tıpkı Rum ve Ermenilerin yaptığı gibi çocukların okullarda Rusça öğrenilmeye teşvik edilmesini istemişti. Şayet okullarda Rusça öğrenilirse Rum ve Ermenilerin tercümanlığına gerek duymadan devlet dairelerinde daha kolay işlerini halledebileceklerini söylemişse de Türkler, Rus okulları açılırsa çocuklarımız milli duygularını kaybeder diye bu isteği kesinlikle karşı çıkmışlardır.

Dikkat çeken bir durum ise Valilerin emrinde olan Müslüman danışmanların asıl niyetlerinin Türkler arasında bilgi toplayıp aldıkları bilgileri valiye iletmek olduğunu fark eden ahali de onlara karşı bir güvensizlik oluşmuş, hatta bunlardan ikisi idama mahkum edilmişti.

1905 yılına gelindiğin de Rusya’nın her tarafında ihtilal hareketleri başlamıştı. Türk Birliği Cemiyeti, Sosyalist Gürcülerle beraber hareket ederken amaç Çarlık iktidarını devirerek bir şekilde bağımsızlıklarını kazanmaktı.

Bütün bunlar olurken o tarihlerde 93 Harbi sırasında

 

 Revan dan gelen baba ailem Kars’a iki saat uzaklıktaki Erzurum-Hasankale de hayatını devam ettiriyordu. O sırada Hüseyin dedem Hasankale Rüştiyesinde okurken, abisi Mikdat dedem de çalışıp evin rızkını temin etmeye çalışıyordu. En büyük abileri Abbas dedem yani Abbas Efendi ise ilk önce Karayazı da mahkemede katiplik görevindeyken, daha sonra Bidayet Mahkemesinde (ilk mahkeme, davaları birinci derece de gören ve çözümleyen merci) Ser Müstantik (Suçluları bulmak için sorgulayan) olarak görev yapıyordu.

İhtilal hareketlerini bir şekilde bertaraf etmek isteyen Rusya, Ermenilerle, Türkler arasına nifak sokmaya çalışmış, Ermenileri silahlandırıp Azerbaycan’a saldırtmıştır. Bu çarpışlar altı ay sürmüş her iki taraftan birçok insan hayatını kaybetmişti. Bakü ve Gence de kimsesiz kalan Türk çocukları Cemiyet-i Hayriye de, okuma çağında olanlar Hacı Zeynel Abidin Efendi okuluna yerleştirilmişti.

Bu savaşın en çok zarar göreni, yazarın aslında Türk olduğunu iddia ettiği Gürcülerle, Türkler olmuştur. Rusya, Gürcülerden yüzlerce insanı Sibirya’ya sürgüne gönderirken Kızıllarla birlikte hareket edersek bağımsızlığımıza kavuşuruz diye düşünen Gürcüler bu defa da 1921 yılında Kızılların işgaline uğrarlar.

Sonunda Rus çarı Nikola halkı yatıştırmak için 1905 de Duma meclisinin açılmasına izin vermek zorunda kalmıştır. Yalnızca 6 ay çalışabilen meclise Rusya topraklarında 55 milyona sahip Türklerden sadece 15 milletvekili gönderebilmişti.

Bu tarihten üç yıl sonra 1908 de Türkiye de Meşrutiyet ilan edilip genel af ilan ediliyor. Ermenilerin Taşnak komiteleri ile İttihat Terakki Cemiyeti birleşti. Daha önceden Türkiye’den kaçan ne kadar Ermeni varsa affın çıkmasıyla akın akın Türkiye’ye geri dönmeye başladılar. Rusya‘da bu konuda Kars’taki Ermeni Taşnak Komiteleri vasıtasıyla Ermenilerin geri dönüşü için destek veriyordu. Bu geri dönüşten cinayet suçu işleyenlerde yararlanıyordu.

İttihatçıların Ermenilere yüksek mevkilerde görev vermeye başlaması Rusya’yı memnun etmemişti. Ruslar bu durumda gözlerini Balkanlara çevirdi. Rusya işte tam bu sırada hem Bulgaristan’ın Osmanlıya olan borcunu ödedi, hem de Osmanlı’nın kendisine olan borcunu silip Bulgaristan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmasını sağladı.

Kafkasya ve Türkmenistan da Osmanlı’da meşrutiyetin ilan edilmesi memnuniyetle karşılanırken Türk Birliğinin gerçekleşmesi için hemen çalışmalara başlanır. Her yerde Türk Birliği Cemiyetleri kurulurken Ruslar siyasetlerine değiştirip Kürdistan kurmak isteklerini dile getirmeye başladılar. Hatta hemen harekete geçip Kürtleri kışkırtmaya başladılar. İttihat Terakkinin bu olanlardan geç haberi oldu ama sonuçta elebaşılar yargılanıp idam edildi.

1909 yılında İttihat Terakki sadece Türk birliği değil İslam birliğini sağlamak için çalışma başlattı.

O tarihlerde İran Azerbaycan’ın da ise halka zulmeden idarecileri uzaklaştırmak için Türkiye’den gelen birliklerle beraber ihtilalciler Tahran’a bir yürüyüş başlatınca bu durum Rusya’nın işine gelmedi ve müdahale edip ihtilali bastırdı.

1910 tarihinde Kafkasya genel vali olarak atanan Varansof, Çar’dan aldığı emirle 93 Harbinde Kars’a giren ilk Rus askerlerinden biri olan Saldat’ın Kars kalesindeki Türk bayrağını indirip, Rus bayrağını dikişini gösteren bir heykelinin yapılması işini başlatır ve bu heykeli yaptırır. Yazarın deyimiyle burada amaç Türklere hakaret etmektir. Ruslara nefreti bir kat daha artıran zafer anıtı adı verilen heykelde Türk bayrağı Saldat’ın ayakları altında çiğnenirken iki taraftan Rus kartalı bayrağı parçalıyor, Rus bayrağı da yükseltilmiş bir şekilde gösteriliyordu. Bu heykel yapılışından sekiz sene sonra 1918 de Kars’a giren Osmanlı ordusu tarafından törenle yıkılmıştır.

Ailem 1910 yılında bulundukları Hasankalesi’n de büyük bir kayıp yaşarlar, babamın amcası Abbas Dedem hayatını kaybeder. Bu durum ailem de büyük bir üzüntüye sebep olur. Annesi Zekiye ninemin ilk evlat acısıdır.

1911 ve 1912 yıllarında doğudan istediğini elde edemeyen Rusya tekrar yönünü batıya çevirdi. Balkanlarda Slav ırkından gelen Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar arasında birlik sağlayıp Osmanlı’nın üzerine saldırmaları konusunda teşvik eder. Amaç Osmanlıyı doğudan ve batıdan zayıflatıp güç durumda bırakmaktı. Bunlar olurken İttihat ve Terakkinin içinden ona muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası çıktı. Rusya durumdan faydalanarak Varna’ya askeri levazımat yığmaya başladı. Kars konsolosluğu durumu İttihat terakkiye bildirmesine rağmen umursanmadı ve önce Bulgarlar Kırklareli’nden sonra da sırasıyla Sırplar, Yunanlılar saldırıya geçip Rusya’dan yardımlar almaya başlayınca Doğuda ki Türklerde, kardeşlerine yardım toplamak için Çar’dan izin aldılar. Fakat Kars, Ardahan ve Batum da ki Türklere izin verilmediği için yardımlar gizli, gizli toplanıyordu. Yazar kitabında bu yardımları ne zor şartlarında topladıklarını kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.

Bakü da ise yardımlar Çar’ın izni ile açıktan toplanıyordu. Bakü’nün milyonerlerinden Tagiyof Hacı Zeynel Abidin Efendi yarım milyon altın para vererek yardım listesinde ilk sırayı almıştır. Herkes Bakülü bayanlar dahil gücü nispetinde bu yardım seferberliğine katılmıştı. Yardımların toplandığı Cemiyeti Hayriye binasında insanın içini titreten öyle kararlar alınır ki Türkler, bu harpten kurtuluncaya kadar, kızlar ve gençler evlenmeyecekler, hiçbir Türk sinema ve tiyatrolara gitmeyecek, evlerde de ahenk olmayacaktır, erkeklerden hiç kimse tıraş olmayacaktır.

Böyle bir milleti kim yenebilir ki.

Sadece parasal yardım değil, Kafkaslardan gönüllüler Balkan cephesinde savaşmak üzere topraklarımıza akın ettiler. Türkistan da aynı durumda idi. Orada konsolosluk olmadığı için yardım paraları Türk Kızılay’ına yatırılıp karşılığında makbuz alınıyordu. Ruslar izin verdiklerini söylemelerine rağmen bir yandan yardım yapanların isimlerini tespit ediyordu. Tespit edilenler sürgüne gönderiliyordu.

Yazar bu bölümde Orenburg şehrinde çıkan Vakit gazetesinin başyazarı Fatih Kerimi den bahsederek, Fatih Kerimi’nin bir heyet toplayarak yardım için İstanbul’a geldiğini, Balkan harbi sonuna kadar hastanelerde yaralı askerleri tedavi ettirdiğini anlatmakta ve Fatih Kerimi’nin daha sonra İstanbul da yaşadıklarını şahit olduklarını İstanbul Mektupları adlı kitabında topladığından söz etmektedir. Mutlaka bu kitabı alıp okuyacağım. Eminim içinde bu kitap kadar çok ilginç bilgiler yer almaktadır.

Kitapta yer alan bir olayı anmadan geçemeyeceğim. Bulgarların önünden kaçıp İstanbul’a gelen 90 yaşındaki aksakallı bir ihtiyar Beyazıt caminin eşiğine kapanmış gözyaşları içinde Allah’ım, bu felaketi yaşamamıza sebep olan Ruslara aynı felaketi yaşat diye feryat etmiş. Demek ki bu amcanın ahı tuttu ve 1917 ihtilaline giden yolda Rusya’da çok kan döküldü.

Batıda, 1912-1913 tarihleri arasındaki Balkan savaşlarında İttihat terakkinin başındakilerin birbirlerine düşmesi sonucu Rumeli de tam 6 vilayet kaybedilir.

Yine 1913 tarihinde Ruslar, Türkler aleyhine çalışmalarını şiddetlendirdiler. Kurdukları gizli polis teşkilatı vasıtasıyla Sosyalist devrimcileri ve Türkleri sıkı takibe alırlarken Çar aleyhine çalışmalar ise şiddetlenerek devam ediyordu.

1914 yılına geldiğinde Devrimciler ve Türkçüler birer birer toplanarak Sibirya’ya sürgüne gönderilmeye başlandı. Bu arada Yazarımız da sıkı takibe alınır. Osmanlı tebaasın da olduğu için konsolosluktan pasaportunu gizlice alarak Erzurum’a gider. Osmanlıda tekrar savaş hazırlıkları başlamıştır. Osmanlı devleti 2 Ağustos 1914 tarihinde seferberlik ilan eder. Seferberlik ilanı ile Anadolu’nun her tarafından askere alma işlemleri başlatılır.

Ailemde Mikdat dedem Hasankalesi’nde askere alınanlar arasındadır. O cephede savaşırken Hüseyin dedem de kurulan seyyar jandarma tümen taburlarında birlikler arasında telefon ve telgraf ile haberleşmeyi sağlayan ekip içindedir. Savaş bütün şiddetiyle devam ederken aileye Mikdat dedemin yaralandığı ve hastanede olduğuna dair bir haber gelir. Şarapnel parçası ile yaralanmış dirseği paramparça olmuştur. Ev de herkes merak içindedir. Aradan bir zaman geçtikten sonra dirseği sarılı halde bir gün eve çıka gelir. Dirseği kötü durumdadır. İlk önce dirsekteki yaranın iyileşmesi için eşi İkbal babaannem mavzer yağı (vazelin) sürerek iyileşmesini sağlamış; yara iyileşmesine rağmen Mikdat dedem hiçbir zaman bir daha o kolunu kullanamadı. Hep o kolu dirsekten kıvrılmış olarak hareketsiz bir şekilde yanında dururdu. Giyinme, banyo gibi bazı işleri yapmasına İkbal babaannem yardım ederdi.

Şu anda dikkatimi çeken Yazar ve ailesinin benim ailemle aynı tarihlerde aşağı yukarı aynı yerlerde bulunmalarıdır. Yazar, o tarihte Erzurum da durmayıp Sivas-Zara’ya kadar gitmiş, Kars’a dönmesi icap ettiğinde Samsun’dan Rus vapuruyla Trabzon’a oradan da Batum’a ulaşmış. Batum da birkaç gün hapishane de kaldıktan sonra sonunda Kars’a varabilmiş.

Seferberlik ilanından sonra ilk Ermeni katliamı Şebinkarahisar’da yapılmış.200 kadar Ermeni, şehri ateşe vermiş, rast gele insanları katledilmiş. Ruslar adeta Ermenileri, Büyük Ermenistan kurulması hayaliyle bu katliamlara teşvik etmişler. Bu teşviklerden cesaret alan Ermeniler ise Türkleri katletmeye devam etmişler, geceleri de zengin evlerini basıp yükte hafif pahada ağır her şeyi alıp götürmüşlerdi.

Yazarımız Sarıkamış’ta bulunduğu sırada akşam vakti 25 Ermeni gelip evini basıyor ve silah zoruyla içinde 10000 altın bulunan sandığı alıp, Türkiye’den buraya hafiye olarak mı geldin diye üzerine saldırıp darp ediyorlar. Ağzından kan gelip yeri yığılmasına sebep oluyorlar. Evde ne var ne yok alıp kaçarken evi de yaylım ateşine tutmuşlar. Bu olaydan iki gün sonra ise Köprüköy muharebesi başlar. Sarıkamış sokakları ağır yaralı Türklerle dolar.

Bu arada yazarımız Sarıkamış’tan alınıp Kars’ta hapishanede siyasi mahkumların konduğu bir bölüme konur. 18 gün burada kaldıktan sonra alınıp Kars istasyonuna getirilir. Burada yazar çok hüzünlü bir şekilde son bir defa Kars kalesine bakıp Allah’a tekrar bu topraklara dönmek isteğiyle yalvardım demesi beni çok duygulandırdı. Aklıma babamın Kars kalesini ve yakınındaki evlerini anlatırken duygusallaşarak gözlerinin dolması, sesinin titremesi geldi.

Copyright www.leylakent.com her hakkı saklıdır.
photo
Bize Yazabilirsiniz
* Lütfen boş alan bırakmayın.