10.05.2024
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kars, canım Kars, rahmetlik babamın çocukluğunun geçtiği, 85 yıllık hayatının ilk 10 yılını geçirdiği unutamadığı şehir. Yıllar sonra 25 yaşlarında iken Orman Mühendisi olarak görev yaptığı ve aynı zamanda doğduğu yer olan Sarıkamış’tan Kars’a ziyarette bulunmuş ama çok istemesine rağmen bir daha gitmek kısmet olmamıştı. Bana göre bir yeri sevmek için oralı olmaya gerek yok, sadece çocukluğunuzu geçirmek yeterli. Babamın çok sevdiği bu şehre karşı benim de özel bir sevgim var.2010 yılında Erzurum ve Kars’ı bir tur şirketi ile ziyaret etmiştim. Çok heyecan verici bir yolculuktu. Bu ziyaret sırasında sanki bütün kaybettiklerim bana eşlik ettiler, onlarla zaman tünelinden geçip beraber sokakları, caddeleri, camileri, tabyaları, kaleleri gezdik. Onları yanımda hissettiğim duygusu beni çok mutlu ederken, geri dönüşte ise onları orada bıraktığım duygusu ise beni hüzünlendirdi. Karışık duygular içinde İstanbul a döndüm. En büyük isteğim bir gün yine Kars ve Erzurum’u bu defa trenle ziyaret edebilmek. Bundan sonraki gezime Yazarımız Fahrettin Erdoğan’ın bana eşlik edeceğini hissediyorum.
1899 yılında tamamlanan Kars-Gümrü-Tiflis demir yolu hattı kullanılarak, Yazarımız diğer mahkumlarla beraber Kars dan ayrıldıktan sonra önce Gümrü’ye sonra da Tiflis’e götürülür. Kolları bağlı vaziyette trenden indirilir. Suçu ise İttihat-Terakki üyesi olarak askeri hafiyelik yapmak. Bu yüzden direkt hapishaneye götürülür. Hapishane de bulunan Ermeniler, önce Türk askeri olduklarını, sonra da silahlarıyla Rus tarafına geçtiklerini, Ruslar da bizi Türklerle beraber şimdi Sibirya’ya sürüyor diyerek serzenişte bulunurlar. Bu hapishanede 20 gün kalan yazarımız, 100 kişilik kafile ile Bakü’deki Tağıyof Hacı Zeynel Abidin tarafından yaptırılıp, yine bütün masraflarının Hacı tarafından en iyi şekilde karşılandığı, Kafkasya’daki Türkçülerinde bulunduğu Bakü hapishanesine götürülür.
Bir gün yatsı vakti şehirde bir telaş, bir heyecan başlar. Türk ordularının, Enver Paşa komutasında Sarıkamış’ı işgal ettikleri ve Kars’a yöneldikleri öğrenilir. Tiflis ve Bakü’nün boşaltılmasına karar verilir. Sabah olunca mahkumlar vagonlara doldurulup yola çıkılır. Moskova’dan gelen katarla karşılaşılır. Türkçe bilen bir Ermeni askeri, katarın Sarıkamış’tan sonra Kars’a yürüyüşe geçen Enver Paşa komutasındaki orduyu karşılamak için yola çıkan Türkistan alayları olduğunu söyler. Ortalık karıştırmaya çalışan Ermeni askeri lafın sonunda, gidip onları Sivas’a sürecekler demesi üzerine bu sözlere oradaki bir genç karşı çıkıyor. O genç, Yazarımızla diğer mahkumlara dönerek Ruslar sizi nereye götürürlerse götürsünler, Enver Paşa oraya kadar gelecektir deyip Türk ordusu Bakü’ye girmek üzeridir diyerek teselliye devam ediyor. O tarihlerde Kafkaslarda olsun, Orta Asya Türk ellerinde olsun Türk ordusu özlenendir, beklenendir.
Yazarımız uzun yolculuğun ardından Rostof hapishanesinde 250 kişilik bir esir koğuşuna yerleştiriliyor. Koğuşta çok sayıda devrimci Rus vardır. O zaman Türklerin ve devrimci Rusların ortak amacı Çarı devirmek olduğundan iyi anlaşırlar. 20 gün buradan kaldıktan sonra yine yollara düşerler. Uzun bir yolculuktan sonra son durak Harkov hapishanesin de sürgünler koğuşuna yerleştirilirler. Rostof hapishanesinde iyi anlaştıkları devrimci Ruslarla Harkov hapishanede tam tersi olur. Devrimci Rus mahkumlar, uzun bir yolculuktan sonra gelen mahkumlara yer vermeyip onların ayakta kalmasına sebep oldukları gibi yer istenince kötü sözlerle karşılık verirler. Bunun üzerine aralarında büyük bir kavga çıkar. Kavga çıkaran Ruslar koğuştan çıkarılarak sükunet sağlanır. Bir kaç gün sonra ise koğuşta tifüs zuhur edince temizliğe daha çok önem vermeye başlanır. Tifüs o zamanlarda en çok ölüme sebep olan bitler vasıtasıyla bulaşan bir hastalıktır. 1915 yılında Erzurum da çok sayıda kişinin ölümüne sebep olmuştur. Özellikle askerler arasında çok sayıda ölüm olayı meydana gelmiştir. Mikdat dedem; o soğuk karlı günlerde cephede savaşırken üstlerindeki kıyafetleri silkelediklerinde kar üzerinde tifüse sebep olan küçük minik minik siyah bit ve pirelerin döküldüğünden bahsederdi. Yazarımız da hapishane de böyle bir duruma maruz kalmış.
Yirmi gün sonra mahkumlar yine bir meçhule yolculuğa başlar ve Tula şehrinde 15 gün kaldıktan sonra en son durak karlar içindeki Samara şehridir. Hepsi perişan ve bitkin haldedir. Yazarımız yürüyemez hale gelmiştir hatta başındakilere ben gidemiyorum beni vurun diye serzenişte bulunur. Sonunda insafa gelen başındakiler onu arabayla Samara hapishanesine gönderirler. Hapishanede mahkumlara soğuktan koruyucu kalın kıyafetler verilir. Burada da bir hafta kaldıktan sonra yine trenle şehir, şehir gezmeye başlarlar. Sırasıyla Çalabi, Benze ve sonunda Ural nehrinin kıyısında bulunan Orenburg şehrine gelinir. Bu sırada yollarda hasta ve yaralı Türk esirler arasında hayatlarını kaybedenler olur.
Sonunda yazarımız dört aylık esaretten sonra Orenburg şehrinde, şehri terk etmemek şartıyla serbest bırakılır. Orada dostlarıyla bir araya gelip, bir otele yerleşir. Orenburg da daha önce adından söz ettiğimiz Fatih Kerimi bey ve Burhan Şeref bey ziyaretlerine gelir. Yazarımızdan Türkiye de yaşananlar ilgili bilgi isterler. O da Sarıkamış’a mektup yazıp bilgi alacağını söyler. Mektubu yazdıktan sonra arkadaşından ayrıntılı bir cevap gelir. Tipi ve karın ordunun ilerleyişi üzerinde çok büyük olumsuz etkisi olmuştu. Soğuğun etkisi ile asker yorgun ve bitkindi. Enver Paşa karargahını Divik köyüne kurarken, Ruslar geri çekiliyorlar sanılmış ama Enver Paşa’nın arkasından dolanıp orduyu arkadan kuşattıklarını sonradan anlamışlar. Paşa Hasankalesi’ne doğru geri çekilmeye başlamış. Ordu çekilirken onlara yardım eden yol üzerindeki köylüler bu durumu haber alan Rusların katliamına uğrarlar. Geri kalan kadın ve çocukları Sibirya’ya gönderilir. Bu katliamlara yazarımızın köyü de uğramış. Ruslara, Sarıkamış’ın Rum ve Ermeni köylerindeki, Rum ve Ermenilerde katılmış birlikte Türk köylerini yağmalayıp katliamdan kurtulanları da Sibirya’ya göndermişler.
Sarıkamış dan gelen bu mektubu Fatih Kerimi Bey ile istişare eden Yazarımız, Osmanlı topraklarının paylaşıldığına, Türklere ise İç Anadolu da ufacık bir yer bırakıldığı sonucuna varırlar. Sonunda Orenburg da bir yardım cemiyeti kurulmaya karar verirler. Başına da yazarımız geçer. Cemiyetin kurulduğunu haber alan Türkistan Türkleri maddi, manevi yardımda bulunmaya başlarlar.
Orenburg bir ilim merkezi olduğu kadar, aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Oranın zenginlerinden cömertliği ile ünlü Hüseyinov’un şehirde bir un fabrikası ile mezbahası vardır. Hüseyinov’un Orenburg da bir de camisi bulunuyordu. Bana ilginç gelen o tarihlerde bir camide elektrik ve kalorifer tertibatının olmasının yanı sıra camiye ibadet için gelen tüccarların gerektiğinde kullanması için bir telefon santralının da yer almasıydı. Bu camide her Cuma Türkçe okunan hutbeden sonra hutbeyi okuyan hoca Padişahımıza yani Halifemize dua der sonra minberden inerdi. Bu güzel caminin yanına Hüseyinov bir Yüksek Öğretmen Okulu yaptırır. Çocukların eğitimine büyük önem verildiğine dair kitapta bir bilgi de çocuk doğduktan 15 gün sonra bebe toyu adıyla bir ziyafet verilir. Hoca sağ kulağına adını söyleyerek ezan okur. Ziyafettekiler çocuk adına bağışta bulunup baba ya verirler. Baba okul çağına kadar bu paranın üzerine para koyarak bunu çocuğun eğitimine harcar. Doğudaki insanların bu kadar eğitimi değer verdiklerini bu kitap sayesinde öğrendim.
Şehirde bulunan diğer bir cami ise Başkurtlardan kalma tarihi bir cami olan Kervansaray camisidir. Orenburg valisi pek çok kez bu caminin kiliseye çevrilmesi için Çar’a başvurur. Önce reddedilen isteği sonunda Çar tarafından kabul edilir. Bunu haber alan Hüseyinov Çar’la görüşmeye gider. O camiyi kiliseye çevirmeyin ben size kendi arsam üzerinde istediğiniz kiliseyi yapayım der ve söylediği gibi de kiliseyi yaptırır. Böylece Çar’ın elinden tarihi camiyi kurtarmış olur.
Yazarımız bu bölümde, din tarihi içersin de, Türklerin dininden söz ederken Himalaya eteklerinde yaratılmış olduğuna inanan Türklerin inancından bahsederken karşılarında gördükleri bu dağ için önceleri bizi yaratmıştır demişler, sonra bu dağa tırmanıp zirvesine kadar çıkınca ayaklarının altında kalan dağ için yaratıcı olamayacağına dair kanaat getirmişler. Gökyüzünü yüksekte görüp göğe tapmışlar. Bunu da bir yaratan olması gerekir deyip arayışa geçmişler. En sonunda Müslümanlığı zorla değil severek, inanarak kabul etmişler. Türkler hiçbir zaman taşa, taştan yapılan nesnelere tapmamışlardır. Onun için İslamiyet’e geçmeleri kolay olmuştur.
Orenburg da, Kız Sanat okullarında yetişen kızlar ise, Rusların bütün engellemelerine rağmen Kırgızların arasına girerek Türkçülük propagandası yaparlar ve Kırgızları uyarmak için çalışırlar. Ruslar sadece Türkçülük propagandasına engel olmakla kalmaz, Balkan muhaberesi zamanında soydaşlarına maddi yardımda bulunan Türklerin isimlerini tek tek tespit edip Rusya’nın içlerine sürerler. Yazarımız Orenburg da bunlardan biri olan 95 yaşındaki Pirim Kulatay ile karşılaşır. Ruslar bu yaştaki birini dahi sürgüne göndermekten çekinmemişlerdir. Pirim Kulatay, sürgünde kısa bir süre sonra vefat eder.
Orenburg şehrinde yaşayan Türk etnik gruplarından biride Nogay Türkleridir. Nogay Türkleri yazarın anlatımıyla medeni, hepsi okumuş, münevver insanlardı. O şartlarda dahi hepsinin okumuş ve münevver olması gerçekten dikkat çekici.
Yazarımız Sarıkamış’tan ikinci bir mektup alır. Mektupta karlar kalkıp ilkbahar gelince Kars valisi Ziboviç, Sarıkamış kaymakamına talimat verir, Türklerden 300 kişinin seçilip başlarına bir hoca koyarak Sarıkamış ormanlarında Türk askerlerinin cesetlerinin toplanıp defnedilmelerini ister. Ormanlardan toplanan yaklaşık 12000 donmuş cenaze büyük hendekler kazılarak dini törenle gömülür. Tam bu hüzünlü durumdan 38 yıl sonra 1953 te babam Orman Mühendisi olarak ilk işyeri Sarıkamış ormanlarına tayin edilir. Babam oradaki günlerini anlatırken hep aklıma Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşındaki; Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı dizeleri gelir.
Rusların Sarıkamış köylerine yerleştirdiği Ermenilerle, içerdeki Ermeniler birlikte Türk köylerini yakıp, yıkıp yağmaya başlıyorlar. Bunu gören İttihatçılar, Alman Başkomutanın kararına uyarak Türkiye’deki bütün Ermenilerin toplanarak Mezopotamya’ya gönderilmesine karar veriliyor. Ermenilerle Rusların birlikte hareket edip isyan başlatmaları üzerine hem Türklerin, hem Ermenilerin güvenliği için Ermeniler hakkında göç sırasında her türlü ihtiyaçları karşılanmasına dikkat edilerek böyle bir göç kararı verilmiştir. Göç sırasında istek dışı bazı münferit olayların yaşanması verilen kararın haksız olduğunu göstermez.
Ermeni ve Rusların, Türklere yaptıkları kötülüklerin haberi Bakü de ki Cemiyeti Hayriye’ye ulaşır. Cemiyetten Yusuf Caferov Çar’a durumu bildirir. Rum ve Ermenilerin yaptığı katliamdan sonra sahipsiz kalan kadın ve çocuklara yardım için cemiyetlerine izin verilmesi istenir. İstek Çar tarafından kabul edilir. Hemen Kars’a giden heyet her tarafta dul kalanları ve yetimleri toplayıp Bakü’ye yollar, Türk köylerine yiyecek ve giyecek dağıtılır. Bakü milyonerleri yardımlara başlarlar. Bunlardan biri olan Togiyev her gün bu bölgeye 1000 çuval un gönderme işini üzerine alır.
Orenburg da Ruslar tarafından alınıp bilinmeze götürülen kader arkadaşlarından sonra Avukat Ali beyle yalnız kalan Yazarımız, gidenlerin emanetlerini üzerine alır. Sonra bu arkadaşları mektup yazıp yerlerini bildirince eşya ve paralarını gönderir. O yıl Ramazan ayının Temmuz ayında başlaması üzerine Yazarımız Alimca Hazretlerinin yanına gidip biz esirler orucumuzu tutmamız gerekiyor mu diye sorar. Hoca da Harp bitip evlerinize gittikten üç ay sonra orucunuzu tutun der. Peki şimdi tutarsak günaha girer miyiz diye sorunca Hoca ağlayarak kalkıp boynuna sarılır. Çok kabul olur der. İşte insanlarımızın o şartlarda dahi oruç tutma isteği iman gücünü göstermektedir.
Orenburg da o tarihlerde Kırım Yahudilerinden yani Karayımlar dan 150 kadar Yahudi bulunuyordu. Karayımlar’dan tütün fabrikası müdürünün oğlu vefat eder. Cenazenin kaldırılması için Ruslara müracaat eder. Ruslar bir mezar yeri için 10000 lira isterler. Yahudilerde bunun üzerine mahallenin imamına gelip defin için bir tezkere yazmasını rica ediyorlar. Burada misafir olduklarını, garip olduklarını söylüyor. İmam mezarlıkta garipler için bir yer ayrıldığını cenazeyi oraya gömebileceklerini söyleyerek izin verir. Aslında bu olayı ve imamın başına gelenleri kitaptan okumanızı tavsiye ederim.
Bu sırada Ruslar Erzurum cephesinde Hasankalesi ve Van yönlerinde ilerlemektedirler. Türkler geri çekilip Ermenileri toplayıp Suriye ve Irak’a sevk ederken, doğu illerimizde ki Türk Muhacirlerini de İç Anadolu’ya yerleştirmekteydiler. Erzurum da kendi deyişleriyle Urus’un geldiğini duyan halk yaşlı genç çocuk kadın işkenceye maruz kalmamak için Türk birlikleri ile Erzurum’a doğru çekildiler. Zekiye ninemin Hasankale deki evine gelen askerler, Ruslar geliyor, hemen evinizi boşaltın dedikleri zaman yanan ocakları söndürüp hemen birkaç parça yanlarına eşya alarak nereye gideceklerini bilemeden ailecek yollara düşerler.
Sonun da Erzurum’a varırlar. Rus ordusu 1916 ocak ayı ortalarında Hasankale yi işgal ettiğinde Türkler hemen Erzurum a çekildikleri için Rus ordusu herhangi bir direnişle karşılaşmaz. Erzurum ise asker ve muhacir doludur. Adeta mahşer yeri gibidir. Halk korku ve endişe içinde olacakları beklemektedir.
Kısa bir süre sonra Rusların Erzurum a yaklaştığı haberleri duyulmaya başlar. Bunu duyan halk büyük bir korku içinde Türk ordusu ulaşım araçlarına el koyduğu için büyük kısmı yaya olarak, bir kısmıda katır, eşek sırtında Erzurum’u terk edip daha batıya doğru kaçmaya başlar. Şubat 1916 da ise Erzurum da ki 3.ordu da şehri terk edip batıya doğru çekilir. Ve ilk Rus birliği de Kars kapısından şehre girer. Böylece 93 harbinde muhacir kabul eden Erzurum halkı muhacir durumuna düşer.
Halk ve ailem batı istikametine doğru Erzincan, Tokat, Kayseri, Konya hattında aylarca sürecek göçe başlar.
Alman cephesinde ise Ruslar çekilirken, Almanlar ise Varşova istikametinde ilerlemektedirler. İtilaf devletlerinin amacı İstanbul’a ulaşmak, Almanların Bağdat ve Balkanlar yolunu kesmek yani Türkiye’yi çember altına almaktı. Ruslar da Boğazlara ve İstanbul’a yüklenmek için planlar yapıyorlardı.
Kitaptan ilginç bir bilgi daha. Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethi sırasında Bizanslılar Aya Sofya’nın çanını beraberlerinde götürmüşler. Bu çan Rusların eline geçmesi ile eritilmiş, büyük bir haç yapılmış. Çar işte bu haçı Rus donanmasına vermiş ve kendinden çok emin olarak şunları söylemiş. İstanbul’a girdiğinizde Hz. Meryem’in mabedi olan Ayasofya’dan Muhammed’in icat ettiği o yabancı dinin yazılarını silerek, senin vekilin olan Çar Nikola ölünceye kadar ömrünü bu mabette geçirecek diye haçı Ayasofya’nın üstüne dikin diye emir vermiş. Türklerden 150000 abonesi olan Vakit gazetesinde bu sözlere yer verilince Türkler, dinlerine dil uzatan Ruslara karşı Rus Devrimci Sosyalistlerini destekleyip işbirliği yapmaya karar verdiler. Rus Devrimci Sosyalistleri de ihtilalin Türkistan’da başlamasının uygunluğuna karar verirler.
Ural nehri kenarında tel örgülerle çevrili haftada bir açılan bir deri pazarı varmış. Türkler ve diğer esirler bu pazarın içindeki bir kampın içinde tutuluyorlardı. Tel örgüler içinde esirler serbestçe dolaşabiliyorken haftada bir kere kapılarının açılmasıyla Orenburg Türkleri, cemiyetin yardımıyla kamptan kaçmak isteyenlere yardımda bulunuyorlardı.
Kitaptan bir ilginç detay daha. Yazar, aslında esir olarak gelen Türklerin, Ruslardan kötü bir muamele görmediğini çünkü iç Rusya halkı Çar zamanında safiyetini bozmadığından hiçbir kimseye kötülük yapmazlar demektedir.
Batı cephesinde savaşı kaybeden Ruslar geri çekilmeye başlar. Batı Rusya’dan Doğu Rusya ve Türkistan’a göçler başlar. Orenburg şehri dahil İç Rusya da ki bütün şehirler yaralılarla dolar. Hüseyinov’un büyük öğretmen okulu da hastaneye dönüştürülür.
Bu arada Rusya’da gıda maddeleri de azalmaya başlamıştır. Rus hükümeti, Batı Rusya’da şeker kıtlığı için Türkistan’dan şeker sevkiyatı yapılmak ister fakat Devrimci Rus Sosyalistleri buna engel olmak için sabotajlar düzenler. Sonunda vesika usulü başlanır.
Varşova cephesinde genel komutan olan Çar’ın amcası Erzurum cephesine gönderilir. 150 bin kişilik kuvvetle Erzurum üzerine yürür. Rusların karşısında 25 bin kişilik Türk kuvveti vardı. Sonunda Ruslara karşı kahramanca savaş verilmesine rağmen Erzurum düştü. Ordu Aşkale’ye çekildi. Erzurum’un düşmesi halktan bir müddet saklanmasına rağmen sonunda gerçekler saklanamayacak hale gelince Rusya’da Türkler arasında büyük bir acıya sebep olur.
Batıda bozguna uğrayan Ruslar Türkistan Türklerinden 18-45 yaşları arasında olanları askere almaya karar verirler ama Kırgızlar ve Özbekler asker olma işine yanaşmazlar. Siz halifenin adamısınız diyerek Yazarımızdan ve arkadaşlarından fetva isterler. Onlarda halife kuvvetlerine kurşun attığınızda cephede ölüleriniz şehit olmayacak, yaralılarınız gazi olmayacak ve cehenneme gideceksiniz diye fetva verirler. Bu karar Çar’a bildirilir. Kırgızlar kesinlikle Rus ordusunda askerlik yapmak istemezler. Ruslarla burada anlatamayacağım kadar vahşi savaşlar yaşanır. Kırgızların başkaldırısına Özbeklerle birlikte Yamutlar da destek verirler.
Erzurum’da ki Rus cephesi doğu Anadolu’ya ilerleyerek Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis şehirleri Rus işgaline girer. Türkistan Türkleri, Türkiye’deki kardeşlerinin zor günlerinde yardım etmek için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Sadece Orenburg da 150 bin lira toplanır. Hindistan Müslümanları ise 4 milyon altın gönderirler.
Bir haber gelir. 27 Şubat 1916 da Çar ve ailesi kaçarken Piskop şehrinde tutuklanmıştır. Haber sevinçle karşılanır. Sosyalistler hükümet makamlarını işgal ederek her şeye el koyarlar. Bütün evraklar, bu arada yazarımızın idamını isteyen evrakta onlarla birlikte yakılır.
Türklerin amacı bir daha Rus egemenliğine girmemekti. Moskova da kurulan halk hükümeti sürekli değiştiriliyordu. En son iktidarda olan Melikov’un niyeti İstanbul ve Boğazları ele geçirip Akdeniz’e çıkmaktı. Mutlaka bu amaca varılmalıydı. Aslında Melikov kendisini sosyalist gösterip tekrar Çarlığı geri getirmek istiyordu. Bu arada Erzurum cephesinde savaşta bir duraklama başlamıştı.
Çar hükümetinin düşmesi ile karışıklıktan istifa eden Sibirya’daki bütün esir Türkler kaçarak Türkistan’a dağıldılar. Türk illerindeki bütün öğretmenler istiklal ve kurtuluş aşkını yaymak için il, ilçe, köyleri gezip konferanslar veriyorlardı. Orenburg da yapılan toplantılarda şöyle bir karar alınır. Bundan sonra Özbek, Yamut, Tacik, Kırgız, Nogay, Başkurt yok, artık sadece Türk var. Hepsine birden bundan sonra Türk denilecekti. Ruslar ise ayrılığı tahrik etmelerine rağmen Türkistan’ı karış karış gezen Yazarımız insanların müthiş Türk olma bilincine sahip olduklarına bizzat şahit oldu.
Yazarımız sonunda Hazar denizi Grosnuviski limanından 22 saatlik bir yolculuktan sonra Bakü’ye ulaşır. Bakü de Musa Nagiyev’in misafirhanesinde iki gün kaldıktan sonra, onun Bakü de olduğunu haber alan Karslı Berber Mustafa Efendi ziyaretine gelir. Benim için bu kısım çok önemli. Mustafa Efendi yani Mustafa Amca benim bu kitaba ulaşmamı sağladı. Mustafa amca, Hayriye halamın kayınpederi, dedemlerin Yusufpaşa mahallesinde dükkan komşusu olarak Kars’ın zamanında sevilen, saygıdeğer esnaflarından biriymiş. Çok hoş bir sohbeti varmış. Onun hakkında araştırma yaparken bu kitabın varlığından haberim oldu.
Soyadı kanunundan sonra Uğurlu soyadını alan Mustafa amca o tarihlerde Çerkez asıllı ilk eşi ile evlidir, Kars da ki olaylar sırasında küçük kızları Gülizar ile Bakü’ye gelmişler. Mustafa amcanın eşi ve 2 yaşındaki kızı Bakü’de tramvaydan inerken düşmüşler, eşi yaralanırken küçük Gülizar’ın ayağı kırılmış, Togiyov’un hastanesinde bir müddet tedavi gördükten sonra çıkmışlar. Daha sonra Kars’a dönen Mustafa amca Bizim Berber diye bir berber dükkanı açmış. Eşi genç yaşta vefat ettikten sonra da ikinci ve üçüncü evliliğini yapmış. Diğer dört çocuğu ikinci eşinden olmuş.
Kızı Gülizar teyze ise o zaman erkek çocuklarının dahi güçlükle eğitim aldığı şartlarda Kars da liseyi bitirdik den sonra babası onu İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde Diş Hekimliği eğitimi alması için İstanbul’a göndermiş. Dört yıl sonra Kars’a Diş Hekimi olarak dönmüş ve muayenehanesini açmış. Benim ailemden sonra kırklı yıllarda ailece hep birlikte İstanbul’a göç etmişler.
Yazarımız, Mustafa amca ile Bakü’yü gezerken ilk iş olarak Bakü Cemiyet’i Hayriyesi’ne gidip oranın ileri gelenleri ile tanışır. Bakü de kaldıkları bina ise Nagiyev’in erken yaşta ölen oğlu İsmail anısına Gotik tarzda yaptırdığı İsmailiye binası. Adeta bir saray yavrusu olan İsmailiye binasında 50 yataklı bir misafirhane vardı ki her gelen Türk yolcu burada kalır, yiyecek ve yatacakları yer temin edilir, çamaşırları yıkanır, misafirlerden de tek kuruş alınmazdı. Bu binayı Nagiyev, Cemiyeti Hayriye’ye bağışlamıştı. Şehirde,
Nagiyev’in cephede bulunan kimsesiz çocukların getirilip bakımlarının sağlandığı 200 yataklı bir de yetimhanesi bulunuyormuş.
Bakü’nün diğer cömert insanlarından biride Tagiyev’di. Yazarımız onu da ziyarete gider. Hemen kabul edilir. Aralarında geçen bu sohbette Türk ordularının Kafkasya’ya ve de Bakü’ye geleceklerine inandığı için çok çalışılmasına dair nasihatlerde bulunur. Türklük ve kurtuluş uğruna bütün servetini vereceğini söyler. Şehrin en yüksek yerinde bulunan 800 odalı 8 milyon altın rubleye yapılan binasını Enver Paşa’ya bağışlar, bu binayı karargah olarak kullanmasını ister.
Bu sözler karşısında duygulanmamak mümkün değil.
