25.10.2024
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
Kitapta ilginç bir bölüm daha yer alıyor. 1996 yılında Filistin yönetimi, barış görüşmelerine engel oluyor gerekçesiyle Hamas yöneticilerini gözaltına alıp, tutuklamaya başlar. Tutuklulara hapishaneler de işkence uygulanırken bu durum 2000 yılına kadar devam edecekti.
1996 yılına geldiğinde İsrail de genel seçimler yapılır. Seçimlerde Şimon Perez’in kazanması bekleniyorken yazarın deyimiyle seçimi lanet olası Netanyahu kazanmıştı. Netanyahu hükümeti kurduktan sonra Filistin’le arasında bir gerginlik yaşanmaya başladı. İsrail, Mescid-i Aksa’ya yeraltından tüneller kazarak mescidi yıkılma ile karşı karşıya getirmek istiyordu. Bu haber insanlar arasında büyük bir öfkeye yol açtı.
Netanyahu hükümeti 1999 yılında düşmesi ile yapılan seçimlerde Ehud Barak seçimleri kazanır. Filistin de Barak’ın kazanması ile barış ümitleri tekrar artmaya başlar. 30 Eylül 2000 yılında Camp David de tekrar başlayan barış görüşmeleri sırasında İsrailli muhalefet lideri Ariel Şaron yüzlerce polis ve asker eşliğinde Mescid-i Aksa’ya girer. Batı Şeria da, Gazze de ve Kudüs de işgal kuvvetlerinin kontrol noktalarına ellerinde taş ve sopalarla saldırıya geçerler ve II. İntifada başlar. Askerin tepkisi çok şiddetli olur, barış getirebileceği ümit edilen Ehud Barak’ın da diğerlerinden bir farkı yoktur. Çatışmalar da onlarca kişi şehit olurken yüzlerce kişide yaralanmıştı. Tabiri caizse kan gövdeyi götürdü. İsrail, Filistin yönetimini hapishanelerdeki mahkumları serbest bırakarak onların isyana katılmasına sebep olmakla suçlarken Nablus’da ki hapishane’nin bir bölümünü F16 uçaklarıyla vurdu. Beytuniye hapishanesi de vurulan hapishanelerden biriydi. Mahkumlar işgalcinin ateşiyle Filistin güvenlik güçlerinin ateşi arasında kaldılar.
Sonunda Barak hükümeti düştü. Bu defa da Kasap olarak tanınan Ariel Şaron iktidara geldi.
2000 yılında II. İntifada sırasında El Fetih’in silahlı kanadı olarak kurulan El Aksa Şehitleri Tugayı Gazze ve Batı Şeria da İsrail’e pek çok saldırıda bulundu.
Kitapta dikkati çeken bir konu da İsrail’in; İsrail’i sadece Yahudi halkının devleti olarak gören kanunu çıkarıp, Dürzileri, Bedevileri, Çerkezleri ikinci sınıf vatandaş olarak görmesine rağmen bu topluluklardan bir kısmının hala İsrail ordusunda yer alıp Filistinlilere karşı savaşması akıl alacak bir durum değil. Halbuki özellikle bu bölgede yaşayan Dürziler Filistinli, Bedeviler ise İsrail de Necef çölünde yaşayan göçebe Araplardır. Filistinli Direnişçiler için bu gerçek büyük bir çıkmazdır.
Kitap, 2004 yılında gerçek bir kahramanlık hikayesi olarak 30. Bölüm de Biru’s-Seb’a hapishanesinde sona eriyor ama…
Bundan sonra yaşananlar yirmi yıldır o tarihe kadar yaşananların tekrarı olarak hala devam ediyor.
Tam bu satırları yazarken Filistin’in davasının büyük mücahidi kitabın yazarı Yahya Sinvar’ın şehadet haberi geldi. Benim için bu kitabı okuduktan sonra bu haber beklenmedik bir durum değildi. Sinvar, her Filistinlinin en büyük isteği olan şehitlik makamına ulaşarak gelip geçici bu dünyadan bir gül bahçesine girercesine ebedi aleme göç etti. Doğumlarından ölümlerine kadar ömürlerinin her safhasını adadıkları vatanlarının bir gün mutlaka bağımsızlığa kavuşacağı ümidiyle canlarını feda eden bu insanlar kesintisiz bir şekilde bu kutlu davayı nesilden nesile aktarmaya devam edeceklerdir. İnsanlar ölebilir ama davalar ölmez hele ki bu dava bir milletin var olma, yok olma davasıysa.
İnsan gibi insanlar Gazze Destanını yazanları asla unutmayacak. Onlar bizim kahramanlarımız olmaya devam edecek.
Satırlarımı İmad’ın şehit olmadan söyledikleri ile bitireceğim
Hangi gün ölümden kaçayım ki
Takdir edilmediği gün mü, yoksa takdir edildiği gün mü?
Takdir edilmediği gün korkmama gerek yok ölümden
Takdir edilmiş günde ise tedbirin faydası olmaz
