25.10.2024
Leyla KENT. Yazar, Seyyah Leyla Kent
IV. Bölüm
Yazar, bu bölümde Mülteci Erkek ilkokuluna başladığı günü ayrıntılı bir şekilde anlatmış.
Yine burada ilginç olan Ahmet’in öz vatanında bir mülteci olması ve de öz vatanında bir mülteci olarak mülteci ilkokulunda öğrenime başlaması. Bu ne kadar acıklı bir durum.
Bizlerin ilkokula başladığımızda yaşadığımız duyguların hepsini onlarda bu mülteci okulunda yaşamışlar. Çocukların boy sırasına göre önünde masaları bulunan ahşap sıralara oturtulması, sıraların önündeki öğretmen masası, duvardaki kara tahta, annelerin okulda çocukların acıktığında yemesi için yanlarına salçalı ekmek koyması, okulun önündeki seyyar satıcılar gibi.
Kitaplar ve kırtasiye malzemeleri ise okuldan veriliyordu. Yazar burada verilen defterlerin Unesco logolu olduğunu özellikle belirtiyor.
Bu yılki tek hadise diye bu bölümde yazar, komşuları Ebu Yusuf’un şehit edilmesinden bahsediyor. Büyük bir kalabalığın katıldığı törenle cenazesi kalkarken insanlar,
‘’Canımız, kanımızla sana fedayız ey Filistin’’ sloganları ile ortalığa inletiyorlardı. İnsanlar, Ebu Yusuf ve iki arkadaşı arkadan vurulunca birilerinin kalleşlik yapıp bu duruma sebep olduklarını düşünmekteydiler. Sonunda Yahudilerle işbirliği yaparak Ebu Yusuf’un ölümüne sebep olan işbirlikçi, Ebu Hatem tarafından yakalanıp kampın ortasına getirilir.
Ebu Hatem şöyle bir konuşma yapar.
‘’Arkadaşlar, Yahudiler, topraklarımızı işgal ettiler. Bizi vatanımızdan çıkardılar. Erkeklerimizi öldürdüler, namusumuzu çiğnediler. Fakat içimizdeki bazıları kelle koltukta savaşan fedailere karşı Yahudilerle işbirliği yapıyorlar. Arkadaşlar Yahudilerle işbirliği yapmanın cezası nedir?’’ deyince insanlar hep birden ‘’Ölüm’’ diye bağırdılar.
Ve hemen oracıkta bu hainin cezasını verdiler.
Ertesi gün, fedailer işgal devriyelerinden birini pusuya düşürürler. Birkaç kişiyi öldürüp, birkaç kişiyi de yaralarlar. Böylece Ebu Yusuf’un intikamı alınmış oldu ama karşılığında işgal kuvvetleri her zaman olduğu gibi yakalayabildiklerinin başlarına tüfek doğrultarak dayak, küfür, eziyet etmekten geri durmadı.
V. Bölüm
V. bölümde yazar, Gazze şeridindeki direniş örgütlerinden bahsediyor. 1964 yılında bağımsız ve özgür Filistin için kurulan Filistin Kurtuluş Örgütünün askeri kanadı 1967 yılında dağılan Filistin Kurtuluş Ordusundaki subay ve savaşçıları ile Halk Kurtuluş Cephesini kurdular. O tarihlerde Gazze de Marksist-Leninist Halk Kurtuluş Cephesinin güçleri bulunuyordu. Yine de, Filistin Kurtuluş Ordusuna bağlı güçler direnişin en büyük grubuydu. Gazze de ayrıca 1959 yılında kurulan El-Fetih de direniş içindeydi.
Direniş için en büyük handikap aslında işbirlikçilerdi. Gazze deki Es-Seraya adı verilen bir binayı istihbarat merkezi olarak kullanan işgalciler, toplumun zayıf noktalarını yani ahlaken zayıf kişileri ya da ihtiyaç sahiplerini yani yoksulları tespit edip bunları kullanmaktan çekinmiyorlardı.
Yine de Gazze deki direniş Batı Şeria da ki direnişten daha iyi durumdaydı.
Bu bölümde dikkatimi çeken bir durumda, o yıllarda bizim okullarda öğrencilere nasıl süttozu verildiyse Gazze deki okullarda balık yağı kapsülleri ve süt verilmiş.
VI. Bölüm
Bu bölümde dikkat çeken satırlar ise şunlar;
O tarihlerde Batı Şeria da El-Halil de yaşayan bir kısım Filistinliler direnişin gerekliliğine ve bunun bir yarar sağlayacağına inanmamaktadırlar. Direniş, yarardan daha çok zarar getirecek düşüncesindedirler. Onlar için önemli olan hayat standartlarının yükselmesi, ekonomik durumlarının iyileşmesi, kazançlarının artmasıydı. Bahaneleri de hazırdı, ‘’ Koskoca Arap orduları İsrail karşısında tutunamamışken şu basit silahlar ve sınırlı imkanlarla bir avuç fedaimi İsrail ordusuna karşı duracak’’
Aslında Ürdün o günlerde direnişe destek için hazırdı. Her direniş hareketi oradaki mülteci kampların da büyük kutlamalara sebep oluyordu. Bu zaferlerin arkasındaki teşkilat El-Fetih’e dualar ediliyor, marşlar söyleniyordu. El Fetih, Batı Şeria dahil bölgede güvendiği gençleri bünyesine katıyordu. El Fetih’in önemli kişilerinden biri olan Ebu-Ali’nin yerini bulmak için Ahmet’in El-Fetih de ki eniştesi ve teyzesi İsrail istihbaratı tarafından işkenceden geçirilmelerine rağmen yine de yerini itiraf etmediler. Eniştesine 6 ay ceza verip hapse attılar. Ebu Ali’nin yerini İsrail, işkenceler altında dayanamayıp itiraf edenler vasıtasıyla öğrenip onu da tutukladılar.
Bu bölümde dikkat çeken bir durumda İsraillilerin yeni kurulmuş devletlerini güçlendirip kalkındırmak için ağır işleri yapacak elemanlara ihtiyaçları olduğundan bu konunun da Filistinliler arasında tartışmalara yol açtığından bahsedilmekte.
Filistinlilerin çoğunluğu İsrail için çalışmayı ret ederken bazıları ise artık İsrail devletinin kurulduğunu bu gerçeği kabul edip orada çalışmanın maddi yönden güçsüz durumda olan aileler için belki bir umut kaynağı olabileceğini düşünüyorlardı. Fakat mülteci kamplarında yaşayanlar ise böyle bir düşünce şeklini suç olarak görüyorlardı. Çalışmak için izin belgesi alanlar uyarılıyor, bunun vatanseverlikle bağdaşmadığı söyleniyor, dinlemeyenlere bazen dövülüyordu ama onlarda büyük bir ikilem içerisindeydiler, ekonomik olarak insanlar çok zor durumdaydılar.
VII. Bölüm
Ahmet’in abisi Mahmut lise son sınıf öğrencisi olarak yönlendirme imtihanına hazırlanıyordu.
Burada Ahmet’in annesine hayran olmamak elde değil. Çocuklarının eğitimi üzerinde büyük bir etkisi var. Anne, mükemmel bir anne olarak, hem erkek, hem de kız çocuklarını okutmak, onların manevi dünyasını güçlendirmek, terbiyelerini sağlamak için kayıp eşini aratmadan onlar için hem anne, hem de baba görevini en güzel şekilde yerine getiriyor.
Anne oğlunun üniversiteyi kazanması için ev de tam bir sükunet sağlamıştı. Sonunda Mahmut imtihanı kazanmış evde bayram havası estirmişti. Mahmut, Mısır da üniversiteye girmek istiyordu.
Bu kadar sevinç arasında asıl onları üzen bir şey vardı. Sevgili dedelerinin durumu ağırlaşmıştı. Cuma günleri hariç artık mescide gidemiyordu.
Mahmut’un Mısır da üniversiteye gidebilmesi için bir yıllık süre vardı. Bu süre zarfında eğitimi için gerekli parayı biriktirmesi gerekiyordu. Hemen anne işe el koyup Mahmut’un pazarda meyve-sebze tezgahı açmasına karar verdi.
Bir gün İsrail, sokağa çıkma yasağı ilan edip kampa çok büyük bir yığınak yapmaya başlar. Amaçları dar, girilmesi güç olan kampın sokaklarını genişletmektir. Bunun için yıkılması gereken evleri kırmızı çarpı işareti ile işaretlerler. İşaretlenen bu evlerin ya tümünün ya da bir kısmının yıkılması istenir. Neyse ki Ahmetlerin evi işaretlenmemişti. İsrail, feryatlar arasında işaretlediği bu evleri yıkmaya başlar. Yolların açılması ile sokağa çıkma yasağının kalkış saati daha erkene alınır.
İsrail de çalışmakta mahzur görmeyenlerin sayısında ise artış başlamıştı. Bu ailelerin durumu günden güne düzelmektedir. Yazar, bu durumdan önce bizim evimiz mahallenin en iyi eviyken şimdi mahallenin en kötü evi oldu diye durumu özetliyor.
Ahmet artık ilkokul 3.sınıftadır. O tarihlerde sivil yardım kuruluşları okullara doktor yollayıp zayıf, çelimsiz çocuklar için yemek kartı vererek merkezlerinde bir öğün yemek yemelerini sağlıyorlardı. Ahmet de bu çocuklardan biri olmuştu. Kartın verilmesi aileyi pek memnun etmese de kabullenmek zorunda kalırlar.
Aileyi en çok sevindiren abi Mahmut’un sonunda Kahire Üniversitesi Mühendislik Fakültesine kabul edilmesi oldu.
O tarihlerde Mısırlı yetkililerle, İsrailli yetkililer arasında aracılık yapan Kızılhaç Mısır’a öğrencilerin, gidiş gelişlerini ayarlıyordu. Bu yüzden Mahmut birkaç defa Kızılhaç merkezine gidip gelmek zorunda kalmıştı.
Filistinliler, 1978 tarihine kadar Mısır Üniversitelerine kabul edilebiliyorlardı. 1978 de ise İsrail, Mısır arasında imzalanan Camp David anlaşması Filistinliler adına Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından kabul edilmeyince Mısır bu tepkilere karşı artık Filistinli öğrencileri üniversitelerine kabul etmeyeceğini ilan etmesi ile Gazze şehrinin ileri gelenleri toplanıp Gazze de bir üniversite kurmaya karar verirler. 1978 yılında Gazze’nin ilk üniversitesi Gazze İslam Üniversitesi kurulur. İlk derslerini çadırlarda verir. Üniversite kampüsü 10 Ekim 2023 de İsrail tarafından yerle bir edildi.
Kahire’ye giden Mahmut artık bir sene boyunca ailesinin yanında değildir. Mahmut’u Mısır’a gönderen ailenin şu anda asıl en büyük derdi ise babaları 1967 de İsrail tarafından öldürülen amcalarının oğlu Hasan’dı. Abisi İbrahim ne kadar mükemmel bir çocuksa, Hasan da tam onun zıddı haylaz bir çocuktu. Anneleri evlenip giderek bu iki çocuğun sorumluluğunu Ahmet’in annesine bırakmıştı. Mahallenin kızlarını rahatsız eden, yollarını kesen Hasan aile için büyük üzüntüydü. Anne ona sözle engel olamayacağını anlayınca dede ve çocuklarla beraber yatağa bağlayıp bir sıkı döverler. Bıraktıklarında Hasan, annenin üzerine yürümekten çekinmez. Bu duruma sinirlenen evdeki çocuklar üzerine çullanınca ellerinden kurtulan Hasan bir daha dönmemek üzere evi terk eder. Kitapta kötü bir karakter çizen Hasan, İsrail’e gider ve bir Yahudi kızla yaşamaya başlar. Hatta İsrail için casusluk faaliyetlerinde bulunur.
Hasan burada istisna bir kişilik. Kitapta Gazze de ki insanların ahlaki güzelliklerini okuyunca Hasan gibilerin bu insanların arasında yaşamasının imkansız olduğu görülmektedir. İnsanlar gelenek ve toplumsal ahlak kurallarına öylesine bağlıdırlar ki bu bağı kırmak mümkün değildir. Toplumda nasihat ile yola gelmeyen azarlanıyor, azarlanan yola gelmiyorsa dayak atılıyor, dayakla da olmuyorsa topluluktan uzaklaştırılıyor. Maalesef Hasan da olduğu gibi İsrail de Yahudiler için çalışanlar özellikle gençlerin bazıları az da olsa onların hayatından etkilenip kendi değerlerinden uzaklaşıyorlardı.
Bütün bu yaşanan olumsuzluklar zaten hasta olan dedenin durumunun daha da kötüleşmesine sebep olur. Beş senedir kayıp olan oğlunun akıbetini öğrenemeden hayatını kaybeder. Aile çok üzgündür.
Sizlere otuz bölümden yedi bölümünü özetlediğim kitabın bundan sonraki bölümlerini mutlaka okunması gereken bir kitap olduğunu söyleyerek okuyucuya bırakıyorum.
Bundan sonra olay örgüsünden değil sadece beni etkileyen cümleler ve tarihsel sıralamaya göre yaşananlardan bahsedeceğim.
